Görüntü açıklaması

Ücretsiz Sevkiyat

Hızlı ve Ücretsiz Gönderin

Görüntü açıklaması

Çevrimiçi destek

Nihai ve 7/24 Destek

Görüntü açıklaması

3d Güvenli ödeme

Güvenli Çevrimiçi Ödeme

Hepsi Zamansızda

Mağazaya git

Tetris

Berşan Koca
7 Eylül 2024
Image Description

 Babam öfkeyle kapıyı çarptı. Ayakkabılarını dolaba fırlattı. Açık olan kapıdan odaya göz ucuyla uzunca baktı. Annemi yanına çağırmasının bakışıydı bu baktığı. Anlamıştık. Koltukta kalan eteğini düzeltip terliğine basan annem ağır ve temkinli adımlarla salondan çıkmak üzereyken yaşanan şeyin ağırlığı altında ezilmeye başlamıştık bile. Çünkü ablam…

 Ablam ağlarken biliyor muydu içimdeki korkuyu? Bunu anlayamadan geçip gittiydi günler. Canım benim! Okul forması kirlenmesin diyedir çıkarmıştı atletini aşağıdan… Burnuna sürmüştü salyası ve sümüğü gitsin için! Ne ağır bir şey bu; insan kendisini ücra zannediyor bundan böyle. Sırf ablası ağladığı için… Çünkü babam…

 Babam bütün gücüyle bağırıyordu anneme. Eminim dişlerinin arasından çıkan tükürük bunu öğretmiştir bizlere. Bir:

“Senin bu kızının yaptığı iş midir Hatice, ha!”

İki:

“Napmış kız Osman, yine niye delleniyorsun güpegündüz?”

Üç:

“Çağırdılar. Yirmi numaradaki… Aysel Hanım şikâyet etmiş bizi. Siktir çekip koyacaklar kapının önüne!”

Dört:

“Napmış Osman, napmış! Desene. Ne istiyorlar şu kadarcık kızdan?”

Beş:

“Senin şu kadarcık kızın bu kadarcık aklıyla ne bok yemiş biliyor musun sen!”

Altı:

“…”

Yedi:

“Gitmiş kadının çocuğunun bir şeyini çalmış… Oyuncak! ‘Hırsız bu, hırsız!’ diye ortalığı ayağa kaldırıyor. Şimdi onun bokunun yüzünden siktiri çekip koya…”

Sekiz:

“Çocuk bunlar! O söyledi diye biz neden hırsız oluyo…”

Dokuz:

“!..”

On:

“Olayın aslı astarını bilmeden ne diye kızını hırsız ilan edersin! Bir yanlışlık vardır. Ben şimdi çıkar konuşurum kadın kadına! Lütfen bağırma çocuklara Osman… Tamam mı?”

On bir:

“Kes sesini! Siktir git önümden! Yemek getir… Allah hepinizin!..”

On iki:

“…”

 Yemeği tabaklara pay eden annem, yemeği tek başına yiyen babamın başucunda ve daima ayakta bir biçimde başı önüne eğik bir cariye gibi poz vermektedir. Onu yatıştırmanın tek yolu bu. Nasırlı ve kötü kokan terli ayaklarını sandalyenin bacaklarına geçirmiş, su bardağındaki suya ve yemek tabağındaki yemeğe göz gezdirirken; ha bir de kesilmiş dilim ekmeğe yapışan elleriyle onu parçalayıp çorbaya katık eden dişleri sapsarı dururken… Bunların bütünüyle babamı sakinleştirebileceğini bilmeliydi annem. Amancak Hatice buna inanmıyor. Erkeğini sakinleştirmek onun bir görevi olsa gerek diye yirmi bir yaşına bastığımda utanç içerisinde düşünmüş olmamın nedeni bu yanlış inançtan gelir. Ardından çok sakallı bir tövbe çekmiştim de nafile! Niçin kadınlar da erkek olamasın! Yanlış bir anoloji diye değil. Bazen eşitlik en eşitsiz tahayyülüyle insan zihnine sokulabilir diye.

 Bu sayede babam suyunu içebiliyor çok şükür. Çizgili kahverengi gömleğinden kurtulan birkaç göğüs kılı, iri ellerinin arasında tuttuğu seyrek saçlı kafası, geniş alnından aşağı inen ter ve ölüden hallice sarılığı… Tedirgin olmuş, açlıktan ölmeyi göze alamayan iki çocuklu ve ilkokul mezunu bir baba. Cebinde yüz seksen altı lira var sadece. Kola ve yeşil soğan alacaktı akşama, aklından uçmuş. Şimdi sadece titreyen diziyle masadaki muşambanın desenlerini inceliyor. Korkmak olmuş, korkuyor. Kaşıktan dökülen yağın desenlerin kıvrımından süzülüşüne odaklanıyor vesaire… Katladı sırf bunun için muşambayı. Peçete buruşana kadar oyalandı silmek yalanıyla. Halbuki o da biliyor içten içe; Hatice’nin görevlerinden birinin de Osman’ın yemek yerken muşambanın üzerinde döktüğü yağ ve tabak artıklarını temizlemek olduğunu. Hatice’de biliyor ya ne tuhaf! Bakma…

 Bakma çünkü babam şu an “çıt” çıkarsa masayı ikiye bölebilir. Hafsalası almıyor, acı içinde kıvranıyor. Annemin yüzüne dahi bakmadan bir küllük buyuruyor. Küllük yeni yıkanmış olduğundan içine peçete basan annemin elleri arasından sıyrılıp yere düşüyor. Babamın gözleri açılıyor. Yerdeki cam parçalarına eğilen annemin bileklerine bakıyor. Bu kadını bunca yıl bu evde bu adamın yanında bu çöle mahkûm eden kim? Elbette babam bunu düşünmüyor. İnce dudaklarının arasından kopan kalın küfür… Kalkıyor babam sandalyeden. Geyiriyor belki. Alnındaki teri siliyor. Elindeki kömürün izi alnına geçiyor. Pencerenin pervazında duran sigara paketinden bir dal aldıktan sonra pencereyi açıyor. Annemin yaralı eline basmadan yanından kıvrılıp tezgâhtan bir çay bardağı kapıyor. Musluğu açıp bardağın az birazını dolduruyor. Niyeti sandalyede oturup sigarayı içmek olsa da, “senin kafana sı…” diyerek annemi lanetliyor ve salona gelmek için adımlarını hızlandırıyor. Kapının koluna bütün gücüyle bastırıp…

 Şimdi kendisine tahsis edilmiş olan tek kişilik koltukta tekdüze bir pozisyonda ve çay bardağını sehpaya koymuş durumda gürlemeyi bekliyor babam. Ya! Ablam sümüğünü son kez silmiş atletine ve babamdan taraf bakmamak için çırpınıyor gibi. Ne güzel dünya! Ben babamın solmuş, eskici kumaş pantolonuna ve suratındaki morga hayretle bakarken ablam…

 Hayretle bakarken ablam babama bugün sınavdan yüz aldığını söylesin için yüreğim bir zıplayıp iki iniyor. Ne bencillik! Babam gömlek cebinden çıkardığı ucuz çakmakla yakıyor sigarasını. Mutfaktaki açık pencerenin dumanı yutabileceğini düşündüğünden olsa gerek aldırmıyor üzerimize çöken buluta. Bacaklarıyla sarıyor koltuğun dibini. Habire terliyor, soluyor ve solutuyor sigarasını. Sarı dişlerine akan izmarit kararıyor her çekişte. Kalp! Babam ölecekse eğer bir gün, yanı umduğumuz üzre ölümsüz değilse, kalpten gidecek kesinkes. Kalıtım bir hakikat. Ah babam! Ne de bulanık bakıyor ağlak ablamın kızarmış suratına! Aldırmamak gerek. Ablam bir kere bile düşmüyor tuzağa. Bir kere bile göz göze gelemiyorlar babamla. Derince sessizlik beni de yutabilir mi, ha! Orada bir ailenin en karanlık ülkesi var. Rabbim! Beni bir gün şose uzvu ırmaklarla karşı karşıya getir. Onlara babamın ne biçim baktığını anlatacağım. Kapının deliğinden süzdüğümü, gölgesinin bile kendisiyle alıp veremediği şeyleri, çatık şeyleri…

 Yarılanmaya başlıyor sigarası babamın. Ablam hala çevirmiyor kafasını. Okul giysisi üzerinde dizini kırmış, ense kökünden çıkan huzursuz sesle önüne bakıyor. Bu sefer desenleri, çizgileri, gülleri ve çay lekelerini sayan o! Halıyı ezberledi alimallah! Gülümsüyorum içimde. Koyvermiyorum kendimi. Ağlamak için henüz… Neyim? Annesini salonun açık kapısından izleyen biri miyim? Çocuk! Evet sekiz yaşında bir karaşın bir..

 Bir pencereye bir sigarasına bir çay bardağında sızlayan küle bakıp duran babam sıkıcı gelmeye başlıyor artık. Duvardaki saatin yelkovanı kulağımı acıtıyor. Saniyede bir! Saniyede bir acıyan kulağım dakikada altmış… Nerede peki! Annemin bunca yıl aradığı o gül nerede şimdi? “Halının üzerinde” desem ve sonra…

 Sonra annem parçalanmış camlar tarafından ısırılan elini kan geçmiş bandaja sararak geliyor salona. Buna iyice dikkat ediyorum işte. Çocuğum ama… Babam bir kere olsun bakınmıyor Hatice’nin elindeki yarığa. Çok dokunuyor bu bana, çok. Girişte, elini tutarak iç geçiriyor. Osman çocuklarına ses yükseltmesin için kaşlarını çatıyor. Faydasız. On üç:

“Kızım” diyor babam, “ben seni böyle mi yetiştirdim!”

On dört:

“Bağırma kızıma!…”

On beş:

Sesi titriyor babamın, oralı olmuyor. “Ha benim güzelim! Böyle mi yetiştirdim seni ben?”

On altı:

Babama yanaşıyor annem. Yüzü yalvarır. “Osman lütfen dedim..!”

On yedi:

Hatice’yi önünden çeker. “Cevap versene güzel kızım, söylesene hadi!”

On sekiz:

Annem ablama döner. “Kızım çık odadan, mutfağa git şimdi!”

On dokuz:

“Durma öyle konuş dedim sana!”

Yirmi:

Olacakları daha fazla engelleyemez. “Bağırma Osman, komşular duyuyor, duyacak!”

Yirmi bir:

Babam ablamın metanetini görünce çilesinden çıkıverir. Gürültü. Ayaklanış ve annem tarafından bastırılması gereken bir isyan daha. Halbuki kan damlıyor annemin elinden. Halıdaki gülün rengi tazeleniyor.

“Bana bak! Bak bana, bak! Ne bok yediysen şimdi yukarı çıkıp…!”

Yirmi iki:

Ablam bu öfkenin ve bol küfürlü tümcenin acısını yüreğinden damıtarak ilk defa bakar babama. Göz bebeklerinden başlayıp akını kıpkırmızı eden çizgiler ve üflesen boşanacak yaşıyla bir kız çocuğundan daha çok uyumsuz bir çite benziyordu ablam. Nedense ben eşyaların tabiatına meftun bir serseri oldum çıktım ya… Mesele değil. Nitekim o hızlıca akıp biten gözyaşı damlası,

Yirmi üç:

“Özür dilerim baba… Ben çalmadım.”

 Bir süre ayakta kalır Osman. Diz kapaklarına geçirilmiş bir balta yığmıştır babamı. Yüzü düşerken gölgesi de benim yüzüme ve bitişiğimdeki duvara… Çıkmadı bu lanet leke! Çıkmadı yaşım geçti artık ben niçin hala… Hala babamın; bir devletin gerçekçe yıkılışı gibi ya da bir çınarın gövdesinden kopup yavaşça başlayan devrilişi… Bunu hala niçin anımsarım! Ablam ağlamıştı için bakmadı bir daha yüzüne hiçbir aynada o günden mütevellit! Ruhum.

 Ayaktaydı ve sigarasının bitip parmaklarının arasından yere düşmesine dek de ayakta kaldı. Kendine gelemedi kat’a. Hatice’ye ve onun kanayan eline döndü. Gömleği ağırlaşmıştı. Çıktı salondan. Çıktı evden de. Kazanın katında durdu ve kendini tokatladı. Zaman çok geçmemişti. Annem. Yirmi dört:

 “Sen yapmadın kızım! Bir şey yok, ağlama artık. Benimle gel de çıkıp konuşalım.”

Yirmi beş:

 Ablam annemin hala kanamakta ısrar eden elini fark ettirmeye çalışarak, “olur anne!” dedi.

Yirmi altı:

“Cam battı bir şey değil! Bana bak kızım. Yanlış anlaşılma olmuş belli! Tatlıya bağlarız olur biter, tamam mı?”

Yirmi yedi:

Ayaklanmış. Son kez atletiyle yüzünü silmiş. Hatice’nin emriyle mutfaktaki lavabodan yüzüne su çarpmış. Annesi önde o arkada yürümüş. “olur anne!”

Yirmi sekiz:

“Aldırma babana!… O hepimiz için korkuyor. Onun korkusu bizim ona duyduğumuz korkudan büyük!”

 Başka olan şey bu. Merdivenler çıkılırken ikisi beni fark etmesin için peşlerine takıldıysam sebebi açık. Bir trajediyi kovalamak için; için ona yakalanmamak da. Cağnım! Bacakları çarparaktan döndürüyor merdivenleri. Rapt rapt rapt. Ve birdenbire yirmi sayısı: altın sarısı bir işleme, etrafında noel ağaçları.

Yirmi dokuz:

“Korkma kızım!”

Hayat, inandığımız ne varsa bir anlığına hepsini yerle bir edecek kadar uzun! Çalınan kapı buna delil oluşturabilir. Rabbimin beni ve ailemi cennetine alması dilenilecek tek muamma! Öylesi işimize geldiğinden mi bilmem. Fakat biz öyle bir aileyiz ki bizi boğan sıkıntılarımızdan ve acılarımızdan hatta arabesk olanları dahil; kaçınmak yerine peşi sıra düşen türdeniz. Sözgelimi rabbimin nimet diyesine kullarına yağdırdıklarını biz kanırta kanırta almaktayız. Öyle bir ünlem. Yirmi numaradaki kadının kapısının tokmağına vurdukça dökülen incilerimiz istiridyeden “ah!” sancısylan çıkmaktadır. Otuz:

“Buyurun!..”

Otuz bir:

Saygıyla, el pençe duran Hatice; kızının omzuna elini atmış, yirmi numaradaki kadının meymenetsizliğiyle yüzleşmektedir. Kızı yaman bir şey söylemesin için eliyle kurduğu baskıya ne hacet!

“Kusura bakmayın Aysel Hanım! Bir yanlış anlaşılma olmuş belli ki. Size rahatsızlık vermişiz. İsterim ki biz bu yanlış anlaşılmayı düzeltelim.”

Otuz iki:

Halbuki kadının bu yanlış anlaşılmadan haberi yok. Anlamsız bakmaktadır. Minnacık açık tuttuğu kapıyla sanki sarayını ve mahremini bu yoksul şırpıntılardan gizlemektedir.

“Bir de yanlış anlaşılma diyorsunuz Hatice Hanım! Allah aşkına dalga mı geçiyorsunuz siz!.. Ne yanlış anlaşılması? Kızın düpedüz hırsızlık yapıyor, sen yanlış anlaşılma olmuş diyorsun!”

Otuz üç:

“Bakı…”

Otuz dört:

Öfkeyle keser annemin sözünü. O konuşurken lafının bölünmesi, üstelik bu had bilmezliği bir kapıcı karısının yapması mürted isnadı değil de nedir?

“Kesin! Bu terbiyesizliğin savunmasını yapmayın lütfen bana. Utanıp özür dileyeceğiniz yerde kalkmış karşıma gelmiş, kızınızı savunuyorsunuz! Böyle mi çocuk yetiştiriyorsunuz siz Hatice Hanım, ha, böyle mi! Yazıklar olsun!..”

Otuz beş:

Merdiven boşluğundan kulaklarımı kabarttığım bu işkence annem için ne anlam ifade ediyor acaba? Emin değilim. Ablamın öldürmek arzusuyla dolup taşan kalbinin korku ve öfkeyle çarpışının yankısını hissedebiliyorum. Yıllar geçtikçe çocukluğuma dair hatırladığım kâbus bu! Sürüklüyor beni… Ablam da muhtemeldir sürüklenmemek için kurtardı kendisini annemden.

 “Bak abla! Bağırma anneme tamam mı! (Sümüğünü çekiştirdi) Asıl terbiyesiz olan sensin! Ben bir şey çalmadım tamam mı! Yalan söylem…”

 Hele şu hırsızın söylediklerine! Arsız bu kız! Kesinlikle iyi bir aile terbiyesi görmemiş, cahil, çocuksa da masum değil ve eline geçse hanım olan Aysel’i bir kaşık suda boğabilir! Bir de çocuklarımızı bunlara arkadaş belliyoruz. Akran değil akbaba bu, akbaba! Aysel ne de bokça girişiyor imdada. Vur kahpeye Aysel, vur!

Otuz altı:

 “Defol! Pis hırsız seni… Utanmaz ahlaksızlar defolup gidin dedim! Herkes görsün de bilsin hırsız olduğunuzu!..”

Ciyaklayan bu karı korkutuyor annemi. Kızına kızsa da yerin dibine geçmekten kurtulmak istiyor. Anlaşılan olmayacak böyle. Kesilmeyecek ciyaklaması yirmi numaradakinin. Ne yazık, Hatice mağlup! Kızının kolunu çimdikleye çimdikleye sürüklüyor aşağı. Ben de kayboluyorum ortadan. Böylece birkaç kat inilince bırakıyor annem ablamı. Rezil olduğumuzu söyleyip duruyor. Ablam dingin! Bir köpek gibi soluyor sakinleşmek için. Ve o gün anlıyor ben, ablasının dilindeki kekeme kuşu.

Otuz yedi:

“Noldu, ne dedi Aysel!”

Otuz sekiz:

“Nolacak! Böyle, böyle, böyle…”

Otuz dokuz:

“Anlaşıldı.”

Osman “anlaşıldı” dediyse tamam. Son çare. Kovulup da köye gerisin geri gitmemek için son çare. Babam içeri kaçan ablama sesleniyor sakince. Nedenini bilmiyorum ama “ben bağışladım kızım seni!” der gibi. Bir köpek gibi solumuş ve öylece sakinleşmişçe! Belki de annemin “böyle, böyle, böylesine” duyulan iman! Kızının bu hale gelmesinde, hırsız kalmasında suçu kendi yoksulluğunda arayan Osman, bir futbol kulübü batmasın için kafasına sıkan hemşerisi gibi göğüslüyor sorumluluğu. Ne melun bir fanatik!

Çıkıyor ablam kapıdan. Babama bakıyor kirişte. Babamın yüzü kırışmış. Haritaya benziyor, Türkiye ülkesine. Ben benzettim diye değil, sahiden kalıtım bir acı bizi daha da ülkesel kılıyor diye. Ağır ağır çıkılıyor merdivenden. Bu sefer babamın nasırlı elleri altında kalan ablamın omzu, ezilmekten ziyade yükseliyor gibi. Koruyan, kollayan… Devlet babadan ayrılan tek yanı; “güven kızım!” diyor. Burası istisna!

Kırk:

Yirmi numaralı kapı hiç kapanmamış. Komşulara dil döküp ablamın ve bizim nasıl bir vatan haini olduğumuzu anlatıyor. Gerekirse imza toplanmalı, bizden kurtulmalılarmış. Tekrardan merdiven boşluğunda konuşlanan ben, söylenen her söze yekpare şahidim.

“Aysel abla. Lafı çok uzatmayacağım. Konuşmayacağım da. Sen söyle ablam; bizim bir eksikliğimizi gördün mü bugüne kadar?”

Kırk bir:

Komşular toplaşıp gitti birdenbire. Dağıldılar. Benim merdiven boşluğunda konuşlandığım gibi kapı dürbünlerine yığıldılar. Bir “of!” çekip minnacık açıklığın önünde toparlandı ses. Güm.

“Osman Bey. Bak sen! Eksiklik falan mesele değil. Elini vicdanına koy da öyle konuş. Ben niye iftira atayım size? Ne kazancım var benim. Ben olanı söylüyorum. Gözlerimle gördüm yahu! Senin kızın elinde gördüm. Benim oğlanı dövüp almış. Oğlan söyledi ya bana! Kusura bakma ama fazlasını da sordum. Bana inanmıyorsan, bana itimat etmiyorsan getirim oğlanı da ona sor. Her gün harçlık veriyorum ben oğlana Osman Bey, her gün! Ne bileyim senin kızın benim oğlanı dövüp de parasını almadığını, ha! Allah aşkına elini vicdanına koy… Senin kızını biri dövs…”

Ya rabbi sülfür! Asla bakmıyor ablamdan yana. Çünkü ablamdan korkuyor Aysel. Çünkü ablam onun sırat köprüsü. Çünkü ablama bakarsa ateşe düşer, yanar. Bu nutku onun istediği üzre kapanmaz. Rabbim! Annem için ne menem bir duygu! O da benim alt katıma konuşlanmış. Duyar sahibi komşularımız niçin çıkıp da “ne zırvalıyor bu karı!” diyemiyor. Osman’ın dili sökük, ablamın hummasına yemin edebilirim. Biri yardım etse de kurtulsak! Uçurumdan atlayıp da tanrı tarafından kurtarılacağına inanan kimse yok mu? Lanet olsun… O günden sonra o gün her aklıma geldiğinde daha sıkı bağlarla bağlanırım rabbime. İçim ürperir. Metafizik.

Yazık! Bir kere bile bölmüyor babam, araya girmiyor. Sözüne sadık. Konuşsun, öfkesini kussun istiyor.

“Sizin için ben yardım topladım be yardım! Anlıyor musunuz Osman Bey… Kursağınızdan sıcak bir şey geçsin, çocuklarının üzerinde güzel kıyafetler olsun diye bütün apartmanda tek tek dolaştım ben. Erzak topladım, elbise topladım. Eline daha fazla para geçsin, maaşın artsın diye her ay daha fazla aidat verdim ben biliyorsun değil mi! Bu mu mükafatı Osman Bey! Ama bize müstahak! İyilik yapıp denize atmayacaksın bu devirde! (Bu cümle esnasında sağa sola çevrilen kafatası komşular da duysun içindir.) Anlaşılan her iyiliği yüzünüze kakmalı sizin! Ancak o zaman anlarsınız! İyilik nedir bilmeye insa…”

Kırk iki:

Babamın beli terden sırılsıklam olmuştu. Biraz daha terlese gömleği aşınacaktı. Titriyordu. Ya da sallanıyordu… Bilmiyorum. Düşse babam… Filmde olur; erkekler yaşlanınca kalbini tutar. Tutmasın. Babam ölürse! Babam ölürse ne olur? Kötü kokudan midemiz bulanmasın için onu gömeriz. Ya da güzel koksun için… Bir gülün tohumunu toprağın altına saklar gibi… Çiçek açsın için babam; onu gömeriz.

Baktı babam, güç. Zorlanıyordu. Kafasını kaldıracak güç boynunda yoktu.

“Oğlan içeride mi Aysel abl..”

Daha çok bir öksürüğe benziyordu. Aysel hanım anlam veremedi. “Ya rabbi sabır!” çekti. İçeriye, oğluna seslendikten sonra babama sitem etti, gürledi.

Kırk üç:

“Dur. Söyle yavrum, bu kız mı çaldı senin oyuncağını?”

Kırk dört:

“…”

“Gördünüz mü işte!” dercesine gövdesini kabarttı. Haklı çıkmıştı ya… Yalanın mahiyetine göre ablam hırsızdı, Osman ve Hatice vatana ve millete hayırlı evlat yetiştiremezlerdi. Biraz da vatan ve millet Osman’la Hatice’ye hayırlı olabilsinlerdi. Şimdi diyorum ya… O zaman diyemezdim. Annem ve Babam beni vatana ve millete hayırlı bir evlat sanıp mutlu olsunlar için her gece ev ödevinden kalkıp bütün binanın çöpünü dökerdim. Hayat. Annemin pırıl pırıl ettiği merdivenlere damlayan kanın “şıp” sesi ile babamın birbirine çarpan dişleri… Uzunca konuşmak için çabaladı babam. Elindeki ter ablamın omzuna da akmıştı. Suskusunu bozdu. Aysel’in arkasındaki kapı tokmağının süsüne bakarak yalvardı.

Kırk beş:

“Ben… Ne diyeceğimi… Haklısınız! Kızım için… Hatice de… Ben özür diliyorum Aysel abla. Bir daha olmayacak. Affedin. Büyüklük sizde kalsın. Ne olursu!…”

Diye devam etti ve devamında babamın ağzından çıkan tükürüklü dilenmeleri şimdi kendime tekrardan dinletmek istemiyorum. Ablam için de aynı şeyi söyleyebilirim. Bir daha konusu açılmadı. Hatta Aysel ablayla kimi zaman aramızda şakaların da süregeldiğini hatırlıyorum. Bir bayatlık vardı fakat sanki yalnızca zihinlerimizde… Açığa asla çıkmayacak yerlerimizdeydi. Aldırmadık. Babamın özür dilediği o an hafızamızdan çıksın diye hiçbir şey yapmadık. Hayat. Olağan karşıladık. Buna kendimizi inandırmak için…

Kırk altı:

“Estağfurullah Osman bey, olur mu!

 Şu kadarcık işte. Özür dileyince halloluyormuş. Ağır ağır çıkılan merdiven daha ağır inildi bu sefer. Babam omzunu bırakmıştı ablamın. Trabzanlardan güç alıyordu. Kaybolmadım ortadan. Gözünün içine baktım babamın. Dönüp de bakmadı bile suratıma. Ablamı ve beni geride bıraktı. Olduğumuz yerde onun silinişini izliyorduk. Hayret. Hatice’ye de bir şey demedi. “Beni mi dinliyordunuz diye çıkışmadı. Biz de yakalanmamış farz edip bozuntuya vermiyorduk. İndi ve bitirdi merdivenleri babam. Eve girdi. Mutfağa geçti. Musluğu açtı. Ensesini, yüzünü, saçlarını ve boynunu ıslattı… Ellerinin arasına başını aldı. Aynı yerde, aynı biçimde…

 Ayağına batan cam parçasının acısını duyumsadı. Hiçbir şey olmamış gibiydi; sakince ayağını kaldırdı ve çoraptan söktü cam kırığını. Sandalyeden doğrulmuştu. Pencereden dışarı baktı Osman. Osman benim babam. Pencereden gördükleri de dümdüz arabalar ve asfalttı. Kapıcının bir kutuya açılan deliklere benzeyen pencereleri. İsyan etmedi. Paketten bir dal sigara daha aldı. Hızlıca yaktı. Bir dumanı bütün gücüyle içine çektikten sonra vazgeçti. Musluğu tekrardan açtı. Sigarayı söndürdü. Biz artık içerideydik. Ablam çocuk odasına geçti. Çok sonra bir ses işittik. Ben oraya yöneldim. Kapıyı açtım. Duvara baktım, duvarın bitişiğine de. Tetris paramparçaydı.

BERŞAN KOCA

BİR CEVAP BIRAK

Görüntü açıklaması

Güvenli alışveriş noktası

Hızlı ve güvenli ödeme