Ücretsiz Sevkiyat
Hızlı ve Ücretsiz Gönderin
Çevrimiçi destek
Nihai ve 7/24 Destek
3d Güvenli ödeme
Güvenli Çevrimiçi Ödeme
Hepsi Zamansızda
Güvenli alışveriş noktası
Hızlı ve güvenli ödeme
Hızlı ve Ücretsiz Gönderin
Nihai ve 7/24 Destek
Güvenli Çevrimiçi Ödeme
Hızlı ve güvenli ödeme
EPİFANİ KİTAP TOPLULUĞUNUN YUSUF ATILGAN’IN AYLAK ADAM ROMANINI DEĞERLENDİRMESİ
Yusuf Atılgan’ın 1959 yılında yayımlanan Aylak Adam romanı, Türk edebiyatının modern klasiklerinden biridir. Roman; bireyin yalnızlığını, toplumdan yabancılaşmasını ve varoluşçu bir arayışı ele alırken psikolojik, sosyolojik ve edebî katmanlarıyla dikkat çeker. Karakterlerin isimlerinin harflerle belirtilmesi, dört mevsim üzerinden ilerleyen zaman kurgusu ve Oidipus sendromuna göndermelerle zenginleşen bu metin, özellikle başkarakter C.‘nin içsel çatışmalarını ve dünyaya karşı tutumunu anlamak için Freud’un psikanaliz teorileri ile incelenebilir.
Oidipus Sendromu ve C.’nin Psikolojik Durumu
Freud’un psikanalitik teorisinde önemli bir yer tutan Oidipus kompleksi, bireyin çocukluk döneminde karşı cins ebeveynine duyduğu bilinçdışı cinsel çekim ve aynı cins ebeveyni ile olan rekabeti ifade eder. Aylak Adam romanında C.’nin özellikle annesine (Burada anne bakım veren kişidir.) olan aşırı bağımlılığı ve kadınlarla kurduğu ilişkilere baktığımızda, bu komplekse dair izler görmek mümkündür. Roman boyunca C.’nin kadınlara karşı tutumu annesi ile olan ilişkisi üzerinden şekillenir; annesine benzer kadınlar arar ama onlarla gerçek bir bağ kuramaz. Bu durum, C.’nin yalnızca cinsel ya da romantik bir arayışta olmadığını, annesinin boşluğunu doldurmak için sembolik bir arayış içerisinde olduğunu gösterir. Annesine duyduğu hayranlık ve annesinin yokluğu C.’nin hayatındaki en büyük eksikliktir. Bu boşluk, onu derin bir yalnızlığa sürükler ve kadınlarla olan tüm ilişkilerini sabote eder.
Anahtar Deliği Metaforu
Romanın başında yer alan “anahtar deliği” metaforu, C.’nin dünyaya ve insanlara olan bakış açısını simgeler. Anahtar deliğinden bakmak, doğrudan bir karşılaşma yaşamadan, gizlice ve güvenli bir mesafeden izlemeyi temsil eder. C., insanlarla gerçek bir bağ kurmaktan çekinir, onlar hakkında düşünceler üretir, gözlemler yapar ama bu gözlemler asla onun hayata katılmasını sağlamaz. Anahtar deliğinden bakmak, C.’nin toplumdan kopukluğunu ve yalnızlığını derinleştiren bir metafor olarak okunabilir. Bu metafor aynı zamanda onun kendi iç dünyasına da bir bakış imkanı sunar. C., dış dünyaya olan güvensizliği ve içine kapanıklığı nedeniyle gerçek ilişkiler kurmaktan kaçınırken hem kendine hem de çevresine yabancılaşmıştır.
Dört Mevsimin Simgesel Anlamı
Romanın dört mevsim boyunca ilerlemesi, insanın yaşam döngüsüyle paralellik gösterir. C., her mevsimde farklı bir arayış içerisindedir ama bu arayış onu bir yere götürmez. İlkbaharın yenilenme umudu, yazın hareketliliği, sonbaharın düş kırıklığı ve kışın içe kapanma hâli, C.’nin ruhsal durumunu yansıtır. İlkbaharda aşkı bulmayı ümit eden C., sonbaharda hayal kırıklığına uğrar ve kışın derin yalnızlık ve yabancılaşma duygularıyla karşı karşıya kalır. Mevsimler, C.’nin ruhsal iniş çıkışlarını ve nihayetinde kaçınılmaz bir şekilde yalnızlığa sürüklenişini sembolize eder.
Karakterlerin İsimlerinin Harflerle Belirtilmesi
Roman boyunca karakterlerin isimlerinin tam olarak verilmemesi, özellikle C.’nin yalnızlık ve kimlik arayışını vurgulayan bir tercihtir. Harflerle belirtilen karakterler, toplumsal kimliklerden arındırılmış, soyut ve bireysel karakterler olarak öne çıkar. Bu durum, karakterlerin evrensel nitelik taşımasına ve belirli bir kimlik üzerinden sınırlanmasına engel olur. C. de bir isimden ziyade bir “varlık” olarak betimlenir; bu, onun kimlik arayışını ve insanlara karşı yabancılaşmasını daha da belirginleştirir. İsimlerin eksikliği, karakterlerin derin içsel yolculuklarını ve varoluşsal bunalımlarını evrensel bir düzlemde okuma imkânı sunar.
C.’nin Psikolojik Tahlili
C., varoluşsal bir boşluk içerisinde sıkışmış, topluma yabancı, yalnız bir karakterdir. Sürekli bir arayış içerisindedir ama bu arayışın ne olduğu belirsizdir. Oidipus sendromu bağlamında, annesinin yokluğu C.’yi derin bir boşlukta bırakmış, kadınlarla kurduğu her ilişkide bu eksikliği gidermeye çalışmıştır. Ancak C.’nin kadınlarla olan ilişkileri yüzeyseldir; hiçbir zaman kalıcı bir bağ kuramaz çünkü annesiyle olan bağı sembolik olarak asla aşamaz.
C.’nin hayata karşı duyduğu kayıtsızlık ve anlam arayışı, onu bir tür “aylaklığa” sürükler. Bu aylaklık, yalnızca fiziksel bir eylemsizlik değil, aynı zamanda zihinsel bir pasifliği de ifade eder. C., insanları gözlemler; düşünür, ama hayatın içine karışmaktan korkar. Bu durum, onun derin bir yabancılaşma içinde olduğunu gösterir. C.’nin en büyük çıkmazı, hayattan beklentileri ile gerçeklik arasındaki uçurumdur. Bu uçurum onu yalnızlığa sürükler ve nihayetinde toplumdan tamamen kopmasına neden olur.
Sonuç
Aylak Adam, modern bireyin yalnızlığını, varoluşsal bunalımını ve topluma yabancılaşmasını ele alan çarpıcı bir romandır. C.‘nin annesiyle olan bağı, Freud’un Oidipus kompleksi çerçevesinde yorumlanabilirken, anahtar deliği metaforu onun dünyaya bakış açısını simgeler. Romanın dört mevsime bölünmesi, C.’nin ruhsal döngüsünü anlatırken karakterlerin isimlerinin harflerle belirtilmesi, onların evrensel birer birey olarak ele alındığının altını çizer. C.’nin psikolojik portresi ise derin bir yalnızlık, yabancılaşma ve kimlik arayışının izlerini taşır.
Kadir BİLGİÇ ↑↑↑ (inceleme)
Yusuf Atılgan, “Aylak” ifadesini günlük hayatın içi boş kullanımından kurtarıp psikanalize dayandırarak tutunamayan bir amaçsızın romanını sunuyor bizlere. Çocukluğun getirilerini, kendince takıntılarla yorumlayan, modernliği toplumun alışkanlıklarının dışında tutan; anne kaybı, teyze ve baba üçgeninden doğan yoksunlukla bir kadına bağlanamayan aylak bir C.
Hayata karşı duyarsız, melankolik ve mutsuz bir ruh, kaçış hâlinde bir yabancı…
Postmodernizmin ilk izlerini taşıyan bu eserde <bu kere, övüngen, hızlıyürüyeninsanlar, Kuyara, Adako> gibi klasik söz dizimlerini bozan sürrealist izler de görebilirsiniz. Kitabın ve kahramanın aykırılığı burada başlıyor. Çünkü C. “Londralı kasapla İstanbullu kasap dünyaya aynı gözlerle bakarlar.” İle değil de “Deniz dibinin suskunluğunda balık dişleriyle ısırılmak…”la meşguldü.
Meryem AŞKAR ↑↑↑ (İnceleme)
“Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğe tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez.”
Büşra SANDAL ↑↑↑ (alıntı)
Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz. Asi daldır o. Ayrılır. Balta işlemez ona.
Mehmet A. Başkurt ⬆️⬆️⬆️(alıntı)
“Ah, işte hep kendim, hep çevrem! Ya sen B., sen ne yapacaksın orda?
Sevgi dedikleri bu iç karışıklığı, bu özlem mi yoksa? Nazım’la böyle olmazdı. Ben yönetirdim. Üzgünüm…
Orada bir kız da var. Olmasın mı? Bir yazarın dediği gibi: ’Kadınsız hikâye tuzsuz aşa benzer.’”
Sümeyra DİNDARZADE ↑↑↑ (alıntı)