Ücretsiz Sevkiyat
Hızlı ve Ücretsiz Gönderin
Çevrimiçi destek
Nihai ve 7/24 Destek
3d Güvenli ödeme
Güvenli Çevrimiçi Ödeme
Hepsi Zamansızda
Güvenli alışveriş noktası
Hızlı ve güvenli ödeme
Hızlı ve Ücretsiz Gönderin
Nihai ve 7/24 Destek
Güvenli Çevrimiçi Ödeme
Hızlı ve güvenli ödeme
Bir Şair Gibi Öleceğim O Gün
Bir kural mı olmalıydı her sevgilinin ilk gönül yarasını unutmak için sarhoş aşklar deryasına yelken açması? Neden bir kural olmadı her sevgilinin ilk göz ağrısıyla bir ömrün son nefesini birlikte uğurlaması?
Toprağın çorak bedenine düşecek
Gevrek ay parçaları var hâlâ
Yağmur yağmalı sevdiğim
Aşkın resmini çizmeliyim
Yüzünün sahralarına
Akrep yuvalarını biçecek
Kızıl şimşekler var hâlâ
Gök gürlemeli sevdiğim
Yıldızlar sığmalı
Uyanacak çocukların güvercin avuçlarına
Zaman tünelinden çıngırak sesleriyle
Dörtnala fırlayacak atlılar var hala
Rüzgârlar kusup fırtınalara dönüşmeli sevdiğim
Atlar susamıştır mutlaka
Yağmuru avuçlayıp
İlk nal seslerine uyanmalı…
Kül rengi siyah bulutlar, delirmiş şimşek sesleri, toprak kokulu yağmurlar ve çığlıklarla ilerleyen nal sesleri eşliğinde koşuyorum aşkın deryasına doğru.Seni ve özgürlüğü arıyorum; biliyorum ki yokluk, keder ve zorluktur ikisini kutsayan, kıymetlendiren.
Yakıcı bir misafirdir aşk/Her kalbin içine/Serseri bir kıvılcımla girer.
Gösteri istedin ve ben, “O dünyadan değilim!” dedim. Kızdın, küstün, çekip gittin. “Seni hakikat adına kandırıyorlar.” dedim, anlamak istemedin, gidip kutsallık adı altında kutsal olmayan o bulaşıcı, hileli yalanlar üzerine kurulu hayat oyununun pasif rolünü kabul ettin. Evet, gittin ve hemen girdin gösteri dünyasının sözü yok, özü yok oyununa. Sana herkesin orada olduğunu söylemişlerdi, bu da yalandı. Sadece maske seviciler ve ölüm kutsayıcılar oradaydı.Bana inanmadın ama darılmadım gidişine, ağıtlar da yakmadım. Biliyordum çünkü ustaca yalanlara kahkahalarla inanır akılsız ve çaresiz dünyalar. Seni onlardan asla bilmedim, onlar gibi asla kabullenmedim. Onlar gibi değildin zaten, olmamalıydın. Yine de çekip gittin, şase yollara savruldun. Ve ben, gittiğinden beri yokluğunun yoksunluğundan kıyamet kadar acı çektim. Hala hüzün pazarlarında bir umut simyacısıyım.
Gittin!İntihar edip kendini öldürdü bütün hayallerim. Yüreğim yokluğa aktı. Bir yanardağ gibi kustum, çıldırdım…
Aşk acısı benzerdir/Sırdır söylenmez/Gittiğinde aşk/Avaredir beyin/Sonu bilinmez.
Ömrü bir kelebek ömrü kadar kısa, özü acınası bir anlamsızlıkla süslenmiş o imaj hayranı zavallılar benden kopardılar seni. Ne acı ki önü alınamayan ve kesilemeyen ölümcül bir kanamaya dönüştüm. Kuru bir ekmek dilimi gibi boğazımda takılı kaldı bütün hayallerim. Zamansız ve sınırsız yağmurlarda aheste aheste üzerime bir rahmet gibi yağmadı dileklerim. Lâl kaldım, şaş kaldım. Kekemeyim şimdi…
Esmeri bir sonbahardı/Aldın çadır ve hırkanı/Serin rüzgârlara yükledin /Ve gittin…
Birleşemedik özgürce ve birleşik kalamadık. Birleşebilmeyi; aynı kapta, farklı tonda bir olmayı beceremeyen halklar gibi savrulduk zamana. Dağıldık, darmadağın olduk. Bir bıçak darbesiyle ikiye bölünen ve bir daha asla eskisi gibi birleşemeyecek karpuz misali yarıldı ve bölündü hayatımız. Kısa ömürlü apansız bir fırtınaya dönüştün, aldın kendini ve gittin. Korkunç seller eşliğinde uzun bir kışa dönüştü hayallerim. Sahipsiz ve sonsuz bir çölde gidişinin izleri kaldı sadece. Oysa kusurlarımızla birbirimizi sevebilmeliydik. Çözüm ve kurtuluş, mutluluk ve anlam buydu. Olmadı, tersini yaptık. Çeşit çeşit maske ve elbiselerle örtünmeyi tercih ettik ve hedefi doruk olan bir dağcının başına gelen gibi en olmadık yerde yorulduk. Yorulmamamız gereken en düşman zamanda terk ettik mevzilerimizi.
Çocukken de aşk nedir bilirdik/Annelerimizin sıcak tandır ekmeğine/Sürülen salçaydı aşk/Bölüşürdük.
Yoksun şimdi ve şizofrenik sayıklamalardayım. Ne de çok özlemiş istemişim sıcak nefesini, upuzun derin bakışlarını.
Bir bakıştı/Bir hayaldi/Aşk hırsızlığıydı/Geldi ve geçti/Ne tatlı bir gülümseme /Ne nazlı bir bakış/Ne de özgürce bir şarkı kaldı/Hepsi gidişinle yok oldu.
Biliyorum, o gösteri ve imaj belası dünya seni geri dönüşümsüz olarak benden aldı. Bir daha asla olmayacaksın ve bu aşk ömrümce beni suçlayacak. Duymayacak, duyamayacaksın! Söz hakkım olmayacak “Bir daha gelip pencerene konabilir miyim?” diye. O umut ve aşk penceresi bir daha açılmamak üzere kapandı, bir mum misali eriyip yok oldu.
Ben, ruhunu sevmiştim suretinde. Sen ise sadece görüntümü… Biliyorum, sen de acı çekiyorsun ama ne olduğunu, nasıl ve neden olduğunu bilmeden. Oysa hayat asıl beni sınıyordu, ne acı ki sen üzerine alındın ve ikimiz kaybettik.
Belki de ikimiz birbirimizden habersiz belki de birbirimizden gizlediğimiz beklentilerle aşkta iktidar olmak istiyorduk, fakat kim yenilmemişti ki iktidar denilen o meymenetsiz beklentilerin hırslarına.
Bütün duraklar nefes alıp vermeye devam etti. Her durak bir ukde idi. Her aşk bir parçasını o duraklarda bıraktı. Bütün benzerler öldü.
Sen benim eşgâlime âşık olmuşken ben senin aslını sevmiştim. Günahım değildi maskelerim. Maske nedir bilmezdim ki! Orta yerinde öğrendim ömrümün, öğrettiler. Senden sonraydı…
Aslında hiçbir maskem yoktu fakat kime rast gelsem bana bir maske takmıştı ve ben seni kaybettikten sonra özgürsüzlüğe esir düştüğümü anladım. Senin esaretin gibi değildi tutsaklığım.
Asıl olan özgür olmaktı, olabilmekti. Aşk özgürlüktü ve özgürlük bir slogana kurban edilecek bir manifesto değildi. Manifesto; zamanı geçmiş, mühleti bitmiş, işe yaramaz bir şekilde zekâ kusan aklın ortaçağ mantığıydı “Devrim aşk kokmuyorsa özgürlük kimsesiz ve yetimdir” diyordu birileri. Biz evrim oluvermiştik farkına bile varmadan.
Aşka özgürlük hakkını tanıyanlar hücreden insan ve hayvan yarattılar ama hasat zamanı gelen buğdayı, mercimeği, nohudu tanrıların eğlencesi fırtınalardan koruyamadılar. Tek atom parçacığını ikiye bölüp iki yerde gösterebilenler türdeşlerine sadece zulüm, yokluk ve ölüm yağdırdılar. Hala yağdırıyorlar. Kutsal bütün metin ve kitapları pazarlayanlar hala aşk ve özgürlüğün soykırımına imza atıyorlar; hemen burada, yanı başımızda. Atomu bilmiyorlar, nohudu tanımıyorlar, yanlış fırtınalardan bahsediyorlar. Ve sen beni suçlarken hala kendini haklı zannediyorsun. Evet, sen haklısın ve ben özgür değilim bu koşullarda. Özgürlük dediğin o bela bu şekil ise sana kalsın, kaldı da zaten. Şimdi özgürlüğü karın tokluğu olarak kabullenmişsin, öyle zannediyorsun, öyle öğrettiler. Bilmediğimi düşünme…
Yalana sığınmadan yine söyleyeyim: Özgürlük susuşlarındı, damla damla gözyaşlarındı, kaçışımdı… Evet, kaçtım! Neden ve kimden kaçtığımı bilmeden, hesap etmeden. Aslında kaostan kaçıyordum ama sana kavratamadım. Sonrasında senin varlığında ben yoktum, ben var olduğumda artık sen yoktun. Aşk ve özgürlük bir fiskeye kurban gitti. Çölü Mecnun’a pazarladık, dağı Ferhat’a.
Evet, aşk herkesindi, herkesin hakkıydı, herkesti, fakat beceremedik işte.
En güzel sevgili benimdir diye kavga ederdik/Küserdik /Alırdık sırtımıza telden kablodan oyuncaklarımızı/Çeker giderdik/Özgürdük… O sevgili telden oyuncaklarımızdı.
Çekip gitme özgürlüğünü kullandın, bana da geride kalıp belki de başka aşklar, özgürlükleri düşlemek kaldı. Sen, özünde sözünde durmadın. Bilmem! Ya kendince ya da herkesçe haklıydın. Ama bende haklı değildin çevrenin şekline dönüşmemi isterken benden.
Özgürlük ölmek ise hepimiz öldük işte! Kimimiz aşktan, kimimiz aşksızlıktan, kimimiz kimliksizlikten, kimimiz yokluktan, kimimiz aptalca, anlamsız kavgalardan.
Başka neydi ki özgürlük? İhanet mi? Var olan bütün insani değerlere… Evet, aşklarımıza bile, “Yasal ve töresel değildir.” dendi. Uyduk ve kandık “Statüko, algı yönetimi, çıkar şebekeleri ” denen o hileli sefil hayat oyunlarına.
Üç günlük zamandı dünya, bak geçti işte! Herkes bir yerlerde şimdi, birileriyle… Benim midem aklıma ihanet etmedi. Sen de bir sor kendine, belki aklın midene yenilmiştir.
Hangi zehri verdin de bana/Alıp götürdün kalbimi/Yoksun şimdi/Umudum kanıyor şah damarlarımdan/Hangi zehir ile Sarhoş ettin de beni/Talan oldum /Avuçlarımda kaldı beynim.
Hani aşk uzun bir bahardı. Ne de çabuk geldi sonbahar. Hırkamda hüzün ve yoksunlukla gidiyorum işte! Nereye mi? Bilmediğim her yere.
Her kent sen şimdi ve hepsi hazan/Her gece kederin sahillerine vuruyor cesedim/Kekeme bir saatin tik taklarına dönüşüyorum/Nelere katlanmadım ki/Son bir kez rastlamak için izine.
Evet, ülkem gibiydin. Kalbin vatanımdı, vatanın yüreğimdi ve ne çok ortak zevklerimiz vardı. Her şeyi dibi yok kuyulara yollayıp çekip gittin. Şimdi hangi dipsiz kuyudan başlayacağım?
Şimdi mezar çeşmelerinden gideriyorum susuzluğumu/Yokluğunun tavafındayım her gece, her dakika/Tininde yok olup semahlara duruyorum/Çünkü yoksun/Ve ben sana açım/Yıllardır yağmur yüzü görmemiş/Çöl toprakları kadar/Çekip gittin sebep bendim/Şimdi yoksun/Biliyorum ağlasam nafile/Utansam da / Suyun akışının tersinedir çırpınışlarım/ biçare/Bir sırra dönüşmüş olsan da hayatımda/Ebede kadar yanacak bir dağ var yüreğimde/Unutmadım unutamadım/ Ela kaldın mavi kaldın…
Yüreğimin mührünü sana adayıp kalbime dağlamış iken sana ruhumun kanatlarını ve gölgesini vermiştim. Nedense giderken hırkan bomboştu. Unuttun saydım. Belki de gurur yapmıştın. Sonradan öğrendim ki ruhlar kanatsız ve hırkasız dönebilir, kanatlı gölgeler ise geri dönemez. Yine de girmiştik tehlikeli, ateşli gölgeler oyununa ve önce sen girdin.
Yine de “Belki!” diyorum, bir güvercinin gagasında bir gül ile, ruhunun elinde bir güvercin ile, belki bir gün bir gül konar her daim açık olan pencereme. Ben geldim bile demeden, nadasa bırakılmış kalbimin kupkuru gül bahçelerinde konaklarsın hesabıyla. Sahi! Bir cinayet işlemeye ya da bir günahı kutsamaya, belki de bir vefayı ödemeye ben yok iken geldin mi hiç! Zaman boyunca açıktı pencerem.
Unutamadım/Seni bir ibadet bildim/Bela kaldın başımda.
Ne zaman dara düşsen kendimi sende buluyordum. En güzel zaman o zamanlardı ya! Şimdi eminim darda da değilsin ve umarım… Dolayısıyla kendimi de bulamıyorum. En kötüsü de bu hal ya! Bir bilsen ne yürektendi o günler, ne içten…
Bir de şair oldum ve şerh düştüm yokluğuna. Ömrümce bir şair gibi şiirce yaşayacağım. Dağlara vuracağım kendimi, yollara, yerlere. Ayinlere duracağım, dualara, semahlara… Ve diyeceğim ki “Düşlerim kayboldu sende. Sen artık getirme üstünü!” Ben dayanırım.
Ve ben, hayatın kıskandığı, kızdığı, şans vermediği şairler gibi kuytu mekânların birinde bir şair gibi öleceğim o gün.