Görüntü açıklaması

Ücretsiz Sevkiyat

Hızlı ve Ücretsiz Gönderin

Görüntü açıklaması

Çevrimiçi destek

Nihai ve 7/24 Destek

Görüntü açıklaması

3d Güvenli ödeme

Güvenli Çevrimiçi Ödeme

Hepsi Zamansızda

Mağazaya git

Üzerime Yazılmıştır

Berşan Koca
8 Mayıs 2023
Image Description

1.Topalın yanındayken böyle düşler kurmazdı normalde. Susmayı ya da söylenene ithafen ucuz bir iki kelime etmeyi daha sık tercih ederdi. Oysa şimdi dünyanın en soğuk Ankara’sında, Topal’ın ablasının evinde oturmuş geceyi düşünüyordu. Ne yapacaktı ne söyleyecekti… Kim bilir belki de gece olmayacaktı. Olsa da o gelmeyecekti. Gelse de öyle bir bakacak, bir gülecekti ki! Her şeyi sıfırlayıp en başına dönmek zorunda kalacaklardı. Seni Seviyorum’suz günlerden yorulmuştu. Artık beklemek istemiyordu. Olacakların olmuşa dönmesi için bu gece mutlaka o’nu durdurmak ve gözlerinden uzaklaşmak; saatlerce konuşmak zorundaydı. İlk gördüğünde neler hissetmişti, ikinci kez görebilmek uğruna kaç beyin hücresine elveda demişti ve’si dünyanın başında nasıl döndüğünü söyleyecekti. Hayat haytaydı; her an ölebilirdi ya da öldürebilirdi. Ayrılık akort edilmeden saldırmalıydı yalnızlığın yeryüzüne biçilmiş uzvuna. Ardı arkası kesilmeyen biraların leş kokusunu ağzından uzaklaştırmak maksadıyla ayağa kalktı. Topal’ın kırık diş fırçasını kullanıp aklandı paklandı.

“Topal” dedi, “ben çıkayım hafiften”.

Topal bu durumu siyasal bir zemine sermeden anlayışla karşıladı ve topallayarak doğruldu.

“Peki madem, ablama selam ver de öyle çık bari”.

Ablaya pek pekisinden bol barili bir selam verilip çıkıldı evden. Bir anda eline tutuşturulan çok çöpü konteynıra güm döküp yüründü durağa doğru. Karşıda bir otobüsten inmek üzere olan yek Eda göründü. Eda, şalına, şalının sadece bir şal olduğunu ve tek vazifesinin omuzlarını sarması olduğunu aktarırken, yek Eda’ya doğru seslenildi,

“Eda” denildi, “aslında ben buradayım”.

Bir şeyin hızlandığı ve ağırlaştığı hissedildi sokakta. Kokusuz birkaç dakikadan ibaretti asfaltta sürünen yüreği. Çığlığa çekildi kılıçlar ve:

“Dur araba geliyoo….r!” diye bağırdı yek Eda, “dikkat etttttt araba geliyor”.

bir iki üç sus bir ki üüç

önce ben vardım sonra tanrı yara

yara

yaratıldı…

u u u u

umutsuz muyum ki he he he

komiksiniz ağbabacım.

2.Dün gece feleğin çemberinde ahududu aromalı bir şeyler içerken yazgısına kement düşüren tek sigaralı bir bilumum çarecisi, arkadaşıyla konuşurken erilliğinden ödün verip kürküne türküler söyletti ve arkadaşı -semazen Necati- kundurasının burnunu silip söylenmeye başladı irice:

“Şimdi kardaşım, rabbimiz buyuruyor; alkolden uzak bir yaşam ve inanç dolu bir iman sürelim diye. Halbuki baksana bir millete, ümmete baksana! Adam sanıp çay içersin… Ne namaz bilir ne ayet! Bir tutturmuş gidiyor küfür, haram! Yani sana demem o ki…”

Demesi o’ydu ki bir çareci olarak bakıldığında gecenin bitmesine az kalacaktı. Kaldırdı yakasını ve bir mazlumbağa misali çekildi kabuğuna.

“Hocam öylesine bir sabahın köründe keneften uyanıvermiştim. Küçük abdestimi yapmak üzere paldırınküldür tuvalete yetişmiştim. Ayıptır söylemesi küçük abdestim uzun vaktimi apansız alınca telefonuma sarılmıştım. İlkin… Anlamsız geçen bir ömrü niçin daha yakınıklı düşünemediğime üzülmüş ardından sifonu çekmiştim. Duvarlara çarpa çarpa tekrardan giriverdiğim yatakta yeni bir uykuya dalıp gitmekteyken nabzımı yoklamıştım. Aslında… Hocam insanlar tutuklandı ya biraz faşizm öğlesine nasıl uyanmalı ha!?”

Gömleğinin düğmelerini pir pir söktükten sonra betona oturdu sömürge bir ülke gibi. Kolasına dünyanın en pembe pipetlerini batırıp denizi seyretti gemisiz. Zevcesini oğluna nikahlayan Bey Müşrik asrına denk gelmiş olmanın incesaz hüznüyle, Akdeniz’de petrol arayan umruna söz geçiremeyen insancıl varlığına denk düşürdüğü lokumunu ağzına akıtıp devam etti seyretmeye.

“Afrika’daki aç çocukları ve beni düşününce birdenbire ağlamaya başlayan kadınları tanıyor musun Eda?” diye sordu maç oynanırken.

İçinden garip bir sese ton verip vermemek kararsızlığında bocalarken usuna uçuşan sineklerle sigara tokuşturan çocuğa, Eda’nın her şeyhe rağmen nasıl sustuğunu anlayamadığını söyledi.

“Peki ya Eda, sen niçin bir enternasyonaliçe edasıyla sokuluyorsun güneşe?”

Oysa Berlin’de bir işbirlikçiydi Dörtköşe Süleyman. Saçları kıvırcık, saati pahasızdı. Kalemini kemirerek açmayı tercih ederdi. Uyumayınca çok sevişirdi. İsyan çıkarken proleter babasını şeyinden vurmuştu. Kasketiyle birlikte katedralin tepesinden düşmek üzereyken babasının gölgesine eğilen annesini Führer’in yatak odasına bağışlayan cennetmekan Dörtköşe Süleyman’ın dünya siyasi tarihine geçen en önemli katkısıysa şudur: üstünpara teorisi.

“Seni çok seviyorum Eda…”

Kurşunlar yedi ölmedi İşengeç Osman. Babası sağ partiden milletvekiliydi. Otel odasında fazla rujdan komaya girmiş üç ay sonra da ölmüştü. Cenazesine katılan devlet yetkilisi şöyle demişti: ömrünü vatana hizmete adayan hocamıza Allah’tan rahmet, milletimize ve sevenlerine başsağlığı diliyorum. Halbuki; “yalan değil” derdi İşengeç Osman babası için, “babam vatanını gerçekten çok severdi hatta bir gün çişimi tutamadığım için beni dövmemişti diye çok şaşırmıştım, meğerse meclisteki oylamaya yetişmesi ve üstün para herakatı için el kaldırması gerekiyormuş”. Pek sonrası sosyalist olmuştu İşengeç Osman. Troçkistler, Osman altına işiyor diye ona kızmadığı için tercih etmişti Stalinistlerin yerine. Bir gün dendi ki İşengeç Osman’a: devrim her an kan işetebilir!

“Ben severken düşündürürüm de Eda…”

Eda ansızın dokunuverdi haritada silinen yazıya. Öbürü dişlerini fırçalarken yaklaşıverdi yek Eda’ya. Bakıştılar. Tam gayr-ı aney-i edası birtakım dudaklar yaşanacakken bir Tren yaklaşıp çarpıverdi. Eda sol öbürü ölü kalmıştı.

Fakat adli tıp aynı kanaatte değildi, “zaten üç ay içerisinde aşırı Eda kaybından ölecekti”.

bir de

la havle kontes

a a a

yani niçin ahududu

komazlar heyhat içre üç yüz

özgürlük kumpanyasında üç yüz

üç yüz

yalan söylemiştim rabbime

3.Şehir biterken kaldırıma çıkıp sigarasını yaktı ve uzun uzun seyretti ölüsüne uzanan yolu. Midesi bulanıyordu eğilirken. Çünkü kedilerin gergin bacaklarıyla bu kadar yüz göz olmaması gerektiğini bilmesine rağmen daha da bitkin yaklaşmıştı kendisine. Oysa şimdi dönüverse şehre, yine soluğu yokuşlarda alacağından emindi. Yokuşun ucunda içeceği biranın derdinde değildi tabii ancak; yine de üzüm ezeni dövme endişesiyle dolan yüreğini nasıl susturacağını bilemiyordu. Başta sol elini cebine koyup ısınmaya çalıştı birkaç dakika. Ardından telefonunu çıkarıp itfaiyeyi aramaya girişti. Sigarası bitince ise kırçıllı saçlarını eliyle yoklayıp arabasına bindi. Sağ şeritten şehre doğru akmaya başladı. Hava aydınlanıyordu. Gökyüzü çatlıyor, bozkıra akıyordu. Bozlakça bir mevsimi yaşayan tabiat bir şeylerin yalnızlığını fıçılayarak selamlıyordu; mucize arayan peygamberleri.

Yoğunluğuna dayanamayıp asfalta çöken bulutları yararak kentin meydanına kadar gelmişti. Birazdan gövdesiyle yukarıya uzanıp elindeki broşürden bir manşet fırlatacak olan gencecikle ağır bir bağırtıya gidecekti. Kendini kente asmakla işe başlayan birilerini hangi patron tehdit edebilir ki? Çekti arabasını meydana bakan caddeye. Koşmaya başladı kalabalığın ortasında. Açılan bağcıklarıyla çamura bürünmüştü botu. Rüzgârı da yedirdikten sonra üstüne, dışarısı ince bir uğultudan ibaret olmuştu. Pek münasip taraflarından uzun saçlı uzmanları da peşine takabilmiş olmanın bahtiyarlığıyla yerdeki soda şişesine tekmeler savurmuştu. Kitle arasında “memoli” olarak nam salmış bir kenevircinin ellerini boş karşılamakla kriminal birtakım mevcudiyetler sergilemişti. Şimdi “allah devletimize zeval vermesin” diyecekti. Çünkü güneş gözlüğü görünce pipisini tutan bir kuşaktan geriye sadece peştemaller kalmıştı. Onları da kendisine yaptığı gibi sık dokuyup dar ormanlara gömecekti. Annesi de uyarmıştı, yancısı da: sütünü piç içerse yumruğu sana gelir.

Artık heykelin önündeydi. Sabah olmuştu. İzmaritini tıpkı memoli’nin yaptığı gibi çamurlu botunun altına alıp ezdi. Heykel ile göz gözeydi. Niçin bütün heykellerinin güçlü ve silahlı olduğunu düşündü bu ülkede. Bir cevap veremedi. Belki de birilerinin hala savunulmaya ihtiyacı olduğundandır. Ürktü. Ya canlanırsa diye korktuğundan ağlamaya başladı. Özür diledi. Pipisini tuttu. Sümüğünü çeke çeke geri çekildi. Bir yandan da “ya canlanırsa” ihtimalini göz ardı etmeyip arkasına bakmayı sürdürdü. İnsanlar gülerek bakıyordu ona. Onunsa sağlık kontrolünden kalma mosmor bir kolu vardı. Koluyla yaslanıyordu bu kentin meydanına. Çatlatıyordu. Heykel ile arasındaki uzaklık artınca tekrardan koşmaya başladı. Kaburgası yere dökülüverdi. Dönüp toplayacak zamanı yoktu. Eda bekliyordu bulvarın bir kıraathanesinde. Dayanamıyordu. Dişleri dökülmeye başlamıştı çünkü. O hızlandıkça zaman da hızlanıyordu. Koştukça yaş alıyordu. Saçları dökülüverdi bu sefer, beyazladı; kamburlaştı! Biraz sonra ışıkların oradaydı. Dayanacak gücü kalmamıştı. Göz çukurları yanaklarına kadar genişledi. Dünya bulanıklaştı. Ve karşıdan karşıya geçerken rabbini çalımladı. Bir gariplik olduğunu sadece Eda anlamıştı. Aşağı inip sarıldı ihtiyara. İki kivi isteyerek kadife kırmızısı bir masaya oturdular. Tam sigarasını yakmak üzereyken çakmağıyla; Eda’nın bez çantasından çıkardığı bıçağını masanın üzerine koyduğunu fark etti. Eğer yanında bir daha sigara içerse kulaklarını kesmekle tehdit edilmişti. “Sen zahmet etme” dedi ve bıçağı alıp kulaklarını kesti. Ardından güzelce bir sigara yakıp dumanladı atmosferi. Yarısı olmayan bir fildi sanki. Kahkaha atmaya başladı Eda, “galiba ben de seni seviyorum” dedi, “ama leş gibi bira kokuyorsun”.

İşler dayanılmaz bir hal almıştı şimdi. Sinirine yenik düşüp ayağa fırladı, “kale’ye çıkalım mı” diye soracakken camı parçalayıp içeriye girmek suretiyle kafasına isabet eden kurşunun ensesinden onu olduğu yere yığıverdi. Dışarıda sarhoşun biri silahına davranıp heykellere doğru ateş etmekteydi; botları çamurlu, endişeliydi.

yani rabbi üzre nice ağıt yakan birisi

devletimize zeval verme dediyse

bir ben bilebilirim

çünkü bir keresinde

dediler ki:

aşkın gözü köroğlu’m.

ve hala üzerime alınabilirim

üzerime yazılmıştır.

Önceki makale Kapının Dış Mandalı
Sonraki makale Annem Gidince

Berşan Koca

İstanbul’da doğdum. İlk ve orta öğrenimimi doğduğum kentte tamamladım; üniversiteyi ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde lisans boyutunda yürütmekteyim. Daha önce pek çok öyküm ve şiirim çeşitli platformlarda; ilk kitabım olan “Bir Pro-Absürt’ün Tarihi: Kral Marx” adlı romanım ise 2022 yılının Ekim ayında Kuzey Işığı Yayınları tarafından yayınlandı.

BİR CEVAP BIRAK

Görüntü açıklaması

Güvenli alışveriş noktası

Hızlı ve güvenli ödeme