Ücretsiz Sevkiyat
Hızlı ve Ücretsiz Gönderin
Çevrimiçi destek
Nihai ve 7/24 Destek
3d Güvenli ödeme
Güvenli Çevrimiçi Ödeme
Hepsi Zamansızda
Güvenli alışveriş noktası
Hızlı ve güvenli ödeme
Hızlı ve Ücretsiz Gönderin
Nihai ve 7/24 Destek
Güvenli Çevrimiçi Ödeme
Hızlı ve güvenli ödeme
“O iyi insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler.” Yaşar Kemal
Minibüs, Toroslar’ın zirvesine doğru zikzaklar çizerken hararetlenen motorun gürültüsü hüzünlü bir melodi gibiydi. Akdeniz’in eylül sıcağı adeta yaz sıcağı gibi tepemizdeydi. İkindi vaktinde sıradağların eteklerine doğru uzanan güneş, bodur ağaçların, bazen de sık ormanların arasında ışık ve gölge oyunları yaparakken, kendimi otobüste değil de bu dağlarda dolaşan bir gezgin gibi düşünüyordum. Doğa ne kadar da muhteşemdi!
Çukurova atmosferi ve iklimi, benim için Yaşar Kemal demekti. Dağların yamaçlarına saçılmış seyrek, şemsiye gibi çam ağaçların gölgelerinde İnce Memed’in izini arayacak kadar Toroslar’ın bağrına çekilmek istiyordum. Sanatın ve edebiyattın bir diğer işlevi doğadaki güzellikleri irdelemek ve hayatın öznesi olan sevgiyi yaşamın paydası durumuna eriştirme çabası değil midir, diye düşündüğümde minibüs, aşınmış asfalttan stabilize yola girmişti bile… Arkasında büyük bir toz bulutu bırakan minibüsü bir kağnı olarak düşlüyorum. Sanki İnce Memed’in köyüne doğru yol alıyoruz ve dağların ardından ovaya inen İnce Memed arkadaşlarıyla yolumuzu kesip, bize Abdi Ağa’nın zulmünü anlatacak. İnsanın, roman kahramanlarını yakın coğrafyasında düşünebilmesi ne güzel bir duyguydu. Yaz sonunda böylesine hoyratça akan ırmağı görünce kendimi bu ırmağa bırakasım, Akdeniz’in tuzlu sularına ulaşasım geliyordu. Ve dağların ardındaki Akdeniz kumsallarında afacan çocukluğumun yarıda kalan saraylarını yeniden inşa etmeyi düşlerken, korna sesi hayallerimi tırpan gibi biçiyordu. Nasılda irkilmiştim…
Yanımızdan geçen kömür taşıyan kamyonların oluşturduğu toz bulutuna gömülmenin telaşıyla, yüzlerce metrelik uçurumu seyretmekten ürküyorum. Ruhumda korkunun zikzaklarıyla cebelleşirken, minibüse sıkıştırılmış yolcuların ter kokusu tahammül sınırını çoktan aşmıştı. Ya başımda nöbet tutar gibi bekleyen İbram’a da ne demeli: Toprak rengine dönmüş şalvarının üzerine dökülen üç düğmeli kırmızı yelek, sanki İnce Memed zamanının modasında ısrar gibiydi! Nar gibi kızaran yüzündeki derin çizgilerinde biriken kir, göreve başlayacağım okula giden yol haritam oluyordu.
Ardından zirvede oluk oluk akan tarihi taştan biçilmiş doğa harikası çeşmede durduk. Torosları seyrederken, zincirli bakır tasla suyu doyasıya içen İbram’ın ulaştığı huzur bir başkaydı! Islak ellerini şalvarına sildiğinde oluşan lekeler, ressamın tablosuna nakşettiği desenler gibiydi diye düşünüyordum. Yanına sokulduğumda, benimle sohbet etmeyi istediğine o kadar emindim ki. Ancak, minibüs şoförü “mola bitti” diyen ıslığının ardından karşılaştığım görüntü, ilçelere dair ezberimi bozarken vahşi batı filmlerindeki herhangi bir kasabasına ayak basmışım duygusunu yaşatıyordu. Ermenek’e varmıştık. Torosların zirvesinde yükselen dikey kayalar, şehrin üzerine her an yığılacak kadar ürkütücü görünse de, tarihi dokunun gizemi bir başka büyüleyiciydi.
Sonra, günlerce hayalini kurmakla meşgul olduğum görev yapacağım köyde, şalvarlı köy çocuklarının parıldayan gözleriyle karşılaştım. Karamsarlığa doğru yol alan dünyam bir yana, boş bir sayfa gibi bilinçlerine bir şeyler öğretecek olmanın heyecanı, yaşama sevincimi diriltiyordu. Minicik ellerini tutuğumda, sanki taş duvar ustalarının ellerini sıkıyordum. Her biri bağından bahçesinden avuç dolusu üzüm salkımlarını ikram etme yarışına giren, her daim lokmalarını benimle paylaşan çocukları unutmak mümkün mü? Ve koca kafasını beş köşeli şapkaya sığdıran Sülük muhtarı:
“Köyümüze sefalar getirdin öğretmen bey.” Millî Eğitim’e uğramışken köylerine tayin edilen öğretmen necidir, kimdir, diye künyeme bakmış! “Bingöl nere, Ermenek nere! Eh, boşuna dememişler tüm yollar vatandan geçer.” diye seslenip yanıma sokulduğunda, toprak kokan teri burnumun direğini sızlattı.
Ceketin yakasına kadar uzanan yamaları umursamayacak olgunlukla servet ikram edermiş gibi, okul anahtarlarını uzattı. “Öğretmen bey, malum ya, çoluk çocuk yol yorgunu, evimin avlusunda birer tas soğuk ayran ikram etsek nasıl olur?” Yüreği Çukurova’nın verimli toprağı kadar zengin bu misafirperver insanın ayranı içirmez mi? Yerleşeceğimiz lojmanı haşerelerden temizleme derdimizi mazeret kabul etti mi bilmem. Ne var ki geceyi temizlikle geçirmenin yorgunluğu bile bir başka umuttu bizim için.
Ertesi gün kapı ziliyle uyandığımda, başka bir okulda görevlendirildiğime dair sarı zarftaki sürgün onayıyla donup kalmıştım. Bakanlığın nokta tayini diye yirmi dört saat içinde, bu okulu terk edip, İkiz Çınar köyü, Belicekkoz İlkokulunda göreve başlamam emir ediliyordu. Bu sürgünü il kez yaşadığım köy olacaktı.