Görüntü açıklaması

Ücretsiz Sevkiyat

Hızlı ve Ücretsiz Gönderin

Görüntü açıklaması

Çevrimiçi destek

Nihai ve 7/24 Destek

Görüntü açıklaması

3d Güvenli ödeme

Güvenli Çevrimiçi Ödeme

Hepsi Zamansızda

Mağazaya git

Uzaktakiler

Eda Özdemir
4 Mart 2022
Image Description

Cam parçalarının üzerine düşen çöp poşetlerinin sesi yankılandı duvarlarda. Bu tehditkâr ses dört numaranın bebeğini uyandırınca, annesi Asuman okkalı bir küfür sallayıp, az önce emzirdiği bebeğini tekrar yasladı süt damlayan memesine. Üç numarada oturan Cevdet, siyatikli bacağına iğne yaparken eli titredi. Kapıcı Muzaffer bıkıp usanmıştı bu tuhaf ana kızdan. Kapıya dayanan belediyecilerle mücadele ederlerken, tencere kapağı fırlatmışlardı da kafasını sıyırıp geçmişti maazallah.

Mefkûre’nin babası Necmi Bey, Gümrük Müdürlüğü’nden emekli olduğunda almıştı bu evi. Karısı Mukadder Hanım, alıştığı mahalleyi bırakmaya yanaşmamış, evi kiraya vermişlerdi. “Mefkûre evlendiğinde o geçer oturur.” demişti. “Hep bizimle kalacak değil ya!”

Oysaki Mefkûre memnundu hayatından, evi ona yetiyor, dünyanın geri kalanını merak etmiyor; evlenip, çoluk çocuğa karışmayı hiç mi hiç istemiyordu. Çarşı pazara çıktığında hafakanlar basıyor, kaçarcasına eve geliyor, asma kilidi bir mühür gibi kilitliyordu akıp giden hayatın üzerine.

Mukadder Hanım, Mefkûre’nin bu haline çok üzülüyor; kızının bu “uzak” haline türlü çareler arıyordu. Necmi Bey’in tüm karşı çıkmalarına rağmen komşusu Cavidan ile her cuma kızını nefesi kuvvetli hocalara okutup üfletmeye götürüyordu. “Ah Cavidan,” diyordu. “Çok mu şey istiyorum? Yaşıtları gibi şen şakrak olsa şöyle, kıpır kıpır dolansa evin içinde hatta bir zibidiye sevdalansa, kızmam bile yeminle!”

Günler geçiyor, bir hocanın yerini namı büyük başka bir hoca alıyor; kerameti kendinden menkul nefesler hiçbir işe yaramıyordu.

Mukadder Hanım hocalar arasında en fazla Horasanlı Taman Hoca’dan medet umuyor, kızını ekseriyetle ona götürüyordu. Bu gelip gitmeler esnasında, kuzgun gözlü, esmer güzeli Mefkûre, hocanın dikkatini çekmiş, “Sessizliği ve içine kapanıklığı fıtratındandır.” deyip, küçük oğlu Osman’a istemişti Mefkûre’yi.

Necmi Bey bu izdivacı hiçbir şekilde onaylamasa da karısının telkinlerine ve ısrarına boyun eğmişti. Mukadder Hanım bu damadın, onun kalabalık ailesinin ve evdeki efsunlu havanın kızına iyi geleceğinden emindi. Ancak hiçbir şey dediği gibi olmadı; bir evin içinde yalnızlığıyla dost yaşayıp giden Mefkûre, bu bulanık gürültüde tüm seslere düşman kesildi. Kocası Osman, varla yok arasındaki o görünmez çizgideydi her zaman. Üçüncü yılın sonunda kucağına kızı Hümeyra’yı aldığında bir kez öpmüştü alnından Mefkûre’yi. “Ne bir sesi var ne de bir cismi.” diye düşünmüştü Mefkûre.

Mukadder Hanım, kızının etrafındaki karanlık halkanın daralıp, yok olmasını beklerken, şahit olduklarıyla sarsılıyor; canından bir parçayı kendi elleriyle dikenli bir yatağa koyduğu gerçeğiyle kahroluyordu.

Kırkikindi yağmurlarının başladığı gün, biricik torunu Hümeyra’nın ikinci yaş gününe iki gün kala öldü Mukadder Hanım. Komşusu Cavidan, “Pazarda limon seçerken yığıldı kaldı.” diye anlatmıştı Necmi Bey’e; pek dövünmüştü üzüntüsünden kadıncağız, “Topak topak saçları elinde kaldı.” demişti görenler.

Annesinin ölümü ile karanlıkları büsbütün ele geçirmişti Mefkûre’yi. Taman Hoca, çok değil birkaç yıl önce annesine, “Kızının bu hali fıtratındandır.” dediğini hatırladı; aldığı nefesle birlikte yakıcı bir pişmanlık doldu ciğerlerine. “Bu kızın karanlığı yaratılıştan değil, şeytanlarındandır,” diye geçirdi içinden. “Oğlanın da başını yaktım, bundan doğan da bu gibi olur!”

Mefkûre’yi nasıl sessizce aldılarsa gene sessizce bıraktılar babasının evine. Artık annesi gitmiş, kızı Hümeyra tamamlamıştı üç kişilik yalnızlığı, çok kalabalık bir yalnızlıktı bu…

Yaşadığı pişmanlık ve vicdan azabı tüketmişti Necmi Bey’i. Tek tesellisi torunu Hümeyra’ydı. Kızında yaptığı hataları onda düzeltmek istiyor; bu sefer kimse “Beni bul!” diye bağırsın istemiyordu.

Ancak, zaman zaman Mefkûre’nin gözlerinde gördüğü yabancı yüzleri, Hümeyra’nın gözlerinde de görüyor; kendi kendine “Bunlar kim?” diye sormadan duramıyor, içindeki dehşeti dillendirip, gün yüzüne çıkarmaya korkuyordu. Yıllar derin bir sükûnetle birbirine ekleniyor, Necmi Bey, kızı Mefkûre ve torunu Hümeyra’nın ruhlarının, başkalarının görüp algıladığı dünyanın çok dışında olduğunu acı veren bir idrakle fark ediyordu.  Onlar, “Bizi bulun,” diye bağırmıyor; aksine “Bizi unutun!” diye yalvarıyordu. Kendi dünyalarında, kendi yok oluşlarında unutulmak istiyorlardı. Öyle de yapacaktı Necmi Bey. Kızını ve torununu şimdi oturdukları yerden, koşulları daha iyi olan Harbiye’deki apartman dairesine taşıyacaktı. Bankadaki parasını Mefkûre’ye verecek ve o öldükten sonra Beylerbeyi’ndeki ev de onlara kalacaktı. Böylece Mefkûre ve kızı sadece ikisinin olduğu bambaşka bir hayata başlayacaktı.

Şimdi rahatlıkla ölümü bekleyebilirdi Necmi Bey. Bazen bir insanı sevmek, onu kalmak istediği karanlıklarda bırakmak demekti. Mefkûre’de yerleşik olan ve ondan kızına sirayet eden sarmal kopukluk, hiçbir şeye tutunamayacak kadar güçlüydü.

Mefkûre kızı ile yalnızdı artık; kendi küflü yalnızlığının kokusu ilk defa bu kadar keskindi. Hümeyra’da bu ikili tekinsizlikten memnundu. Yaşıtlarının istekleri ve yaşama karşı açlıkları ona saçma geliyordu. Okuldan doğruca eve geliyor, teneffüslerde kimselere görünmeden kütüphanede vakit geçiriyordu. Öğretmeni Zühal Hanım, birkaç kez annesini çağırmış ama Hümeyra annesine haber bile vermeden, “Annem hasta.” demişti.

Bu berrak akışta onları rahatsız eden tek şey, apartmandaki komşuların gereksiz ilgisiydi. Onlarla hiçbir yakınlık kurmamalarına rağmen, sürekli kapılarına geliyorlar, oturmaya davet ediyorlar, ikramlar getiriyorlardı. Mefkûre hepsini hadsiz ve seviyesiz buluyordu. Hatta ilk taşındıkları zamanlar kapıcı Muzaffer, neden bu kadar az çöp çıkarttıklarını sormuş, Mefkûre’nin sinirlerini hoplatmıştı. “Hadsiz!” demişti Mefkûre,” Şunun söylediğine bak. Her şeyi çöp sanıyor bunlar, sahip olmak nedir bilmiyorlar.”  Neyse ki ilk yılın sonunda apartmandakilerin tüm bu yakınlık çabaları sona ermiş, tam da Mefkûre’nin istediği gibi selam bile vermez olmuşlardı.

Mefkûre sadece biriktirdiği yemek artıklarını ve dolapta bozulan şeyleri atıyordu çöpe, onu da kapıcıya vermeyip, koridorun sonundaki pencereden, apartman boşluğuna bırakıveriyordu. Geri kalan her şey evde onlarla birlikteydi. Kullanılmış peçeteler, boş şişeler, açılmış kalem pislikleri, kumaş artıkları, kırık bardaklar, yağ tenekeleri, solmuş çiçekler, bozuk radyolar, okunmuş gazeteler, poşetler, kâğıtlar, patlak ampuller…

“İstifçi!” deyip, yeniden dayanırsa kapısına o başıbozuk belediyeciler, günlerini gösterecekti bu sefer. Göz bebeklerinin hızına yetişemeyen düşüncelerinden sıyrılıp, kapıya yöneldi. Gelen, kızı Hümeyra’ydı. Perdeci Orhan’a özel olarak diktirdiği koyu yeşil perdelerini, batmaya yüz tutan günün üzerine örttü. Hümeyra’ya dönüp, kömür karası saçlarındaki örgüleri açarken, “Artık okul yok annem,” dedi. “Sen, ben, bu evdekiler yeter bize.” Hümeyra gönülden bir onayla başını salladı. “Yeter annem,” dedi. “Hiç yetmez mi?”

Önceki makale Adnan GERGER’DEN YENİ ROMAN (TAVHANE ÇOCUKLARI)
Sonraki makale Güneşi Sandalıma Koydum

Eda Özdemir

Eda Özdemir, 17.04.1979’da İstanbul’da doğdu. Bursa Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü mezunudur. Naile’nin Çığlığı adlı öyküsü Kadın Yazarlar DerneğininKonuşamadıklarımız temalı 2020 öykü seçkisine kabul edildi. Okumayı öğrenmenin hayattaki en büyük devrimlerden biri olduğuna, Dostoyevski’nin, Virginia Woolf’un ve Tezer Özlü’nün bu dünyadan olmadığına inanıyor.

BİR CEVAP BIRAK

Görüntü açıklaması

Güvenli alışveriş noktası

Hızlı ve güvenli ödeme