Görüntü açıklaması

Ücretsiz Sevkiyat

Hızlı ve Ücretsiz Gönderin

Görüntü açıklaması

Çevrimiçi destek

Nihai ve 7/24 Destek

Görüntü açıklaması

3d Güvenli ödeme

Güvenli Çevrimiçi Ödeme

Hepsi Zamansızda

Mağazaya git

“Bistüri – Huzursuz Metinler” Üzerine…

Kitap Tanıtımı
8 Nisan 2019
Image Description

Metin Aydın, “Bisturi – Huzursuz Metinler” adlı deneme kitabında (Kaos Çocuk Parkı Yayınları, 2018) minör edebiyatın tipik bir tarzını sergiliyor. Biçimsel açıdan bakıldığında fikirler genelde fragmenter stilde sunulmuş ve yazıların şiddeti giderek artan bir biçimde karşımıza çıkmaktadır. Sıklıkla kullanılan ünlemler çoğu kez yazının içerdiği fikrin şiddetini arttırdığı gibi bazen de ortamın havasını ironik hale dönüştürüyor.  Örneğin şu sözlerde kullanılan ünlem işareti, kafalarda soru işaretine dönüşüyor: “…Ve artık düşünemeyeceğiniz kadar ümitliyiz; çünkü dibe vurdu her şey. Anlayacağınız; bundan sonrası için korkuya mahal yok, önümüz aydınlık!” (s. 115). Yazar Metin Aydın’ın “huzur” arayışından kastı “huzursuzluk”tur ve böylece varoluşsal bir farkındalığın yaşanmasıdır:  “Soluksuzum!.. Ve kimi insanlarda gördüğüm o yalınkat “huzura” özenmiyorum desem yalan olur: Biraz huzur! Arabeskimsi bir boyut almış, hani şu dolmuş/kamyonların içinde kocaman ve yüzümüze şamar gibi çarpan cinsten bir huzur!.. Benim bir arabam da yok! Bir bulsam, gerçekten fark etmeyecek, bir ahtapot gibi sarmalayacağım o huzuru. Huzurrrr!.. O vakit, kocaman bir afiş hazırlatıp yapıştıracağım sırtıma; o benim olan eşsiz huzuru!….” (s. 9). Büyük, yaldızlı sözcükler kurabilirsiniz ancak size ait olmayan, gerçekten sizi ifade etmeyen sözcüklerin tutsağı olursunuz. Herkes aynı sözcükleri kullanabilir ancak bazılarının sözcüklere yüklediği anlam ve onu kullanış tarzı farklıdır. Bisturi’deki yazılara baktığınızda sözcükler herkesin kullandığı sözcüklerdir, basittir; ancak yazarın anlatmak istediği başka şeylerdir. Kitabın ön kapağındaki resme baktığınızda gövdesi çıplak biçimde uzanmış bir adamın kolunu havaya kaldırmış vaziyette neşteri (yani “bisturi”yi) elinde tuttuğunu görürsünüz. Yazarın mesajı açıktır: Önce kendimden başlıyorum ve neşteri kendime vuruyorum. Çünkü önce kendinden başlamalı yazmaya insan. Beden, hissetmenin kaydıdır. Bedenden akan sözcükler gerçeğin ta kendisidir ve beden kişiyi yanıltmaz, içkin olanı söyletir. Doktorlar size reçete verirler ve aldığınız ilaçlarla muhtemelen iyileşirsiniz. Ancak bazı iyileşmeler vardır ki bu sadece size bağlıdır. Size bağlı olan iyileşmelerde hep bir sıçrama gerçekleşir. Mutlu olduğunuz andır ya da ürktüğünüz andır. Önemli değil. Ama size ait bir deneyim olması önemlidir. Ve tutku sizi bulur. Huzursuzluk duygusu tıpkı aşk duygusu; ondan kurtulmayı istememenin tatlı hastalığı olarak ortaya çıkar böylece. Çünkü sürekli bir olma halidir bu. Oluş içerisinde olmayı arzulamak… Kodlanan, bilinen, biçimlenmiş olan değil; belirlenemeyen, fark edilemeyen, kaçış çizgisinde yol alan, kanatlanıp göçebeleşen… Yeryüzü makineleri ve ahlak sistemleri, kendi hastalıklarını ve üzüntülerini bireye enjekte edip onu uysal bir varlığa dönüştürürler. Bireyin içindeki “arzu”yu köleleştirip onu kayıt altına alır ve bedenini tutsak eder. Oysaki birey bir kez olsun aslî gerçekliğini, arzusunu keşfettiği andan itibaren kendi korkularının üstüne yürür. Kendisinin dışına çıkıp başka bir beden olur, kanatlanır, göçebeleşir. Şöyle haykırır yazar Metin Aydın: “..…İyi belleyin; kendi korkularının üstüne yürür daima birey, ama bilir bilmez korkar her şeyden sürü. Bırakın dökülsün/yıkılsın, avaz avaz akıp giden hayat!.. Yaldızlanmış yalanın perdesi yırtılsın diye açılsın içimizde saklı duran pandoranın kutusu!.. Bir bir sökün etti kirli sofralarınızdan dışarı zehir!.. Çamurlaşmış laçka dillerinizden döküldü bini bir para etmeyen ucuz martaval!.. Ama sonrası hakikat!.. Ama sonrası özgürlük!…..” (s. 109). “Özgürlük” demişken (kitapta yer alan) tam da “Özgür Kız”ın dramatik öyküsüne gelelim… Bu intihar eden bir kızla ilgili (Özgür Kız) haberi ısrarla takip etmekten geri kalmayan Metin Aydın, hem medyanın “kusursuz cinayetine” ışık tutar, hem de mevcut toplumsal-baskıcı ahlaki ortamın manzarasını resmeder. Söz konusu olay, “denize çırılçıplak biçimde girip doğum gününü kutlamak isteyen genç kızın, şikâyet üzre görevlilerce alıkonulmaya çalışılırken, öte yandan da basın mensuplarının hiper-gerçek şiddetine maruz kalması tüm çıplaklığıyla aktarılır… Nihayetinde genç kızın tepkisi anlamlıdır: “Siz üzerinizdeki elbiseler olmadan insan değil misiniz? Ben özgürüm…” der.  Yazar Metin Aydın’ın marjinal olanı, yaşamın kıyısında olanın edebiyatını başarılı bir biçimde sergilediği bu yazısında, burada genç kızın hikayesinde, toplumun cinselliğe olan ahlaki bakış açısının trajikomedisini görürüz. “Özgür Kız”ın hikayesi aynı zamanda mikro düzeyde işleyen erk alanlarının bizi nasıl kuşattığının da hikayesidir.

Her şeyden önce yazar kendi coğrafyasının insanıdır ve kaygılarını dile getirir. “Ah keşke olmasa bunlar!” dediğiniz şeyler karşısında, tam da şiddetin kol gezdiği yerde, bir şeyler yapmak isteyip de yapamamak ne kötü bir duygudur oysa. Çünkü söz konusu olayın vahametinin sizi çokça aşacak boyutlara sahip olduğunu bilirsiniz. Yine de dile getirirsiniz duygularınızı. Şu sözler bir bakıma hepimizin duygusunu ifade etmiyor mu? “Şiddetin kol gezdiği bir coğrafyada, gençlerin kendilerini “kusma” ihtiyacı duyduğu, çıplak gözlerle izlediğim bu kanlı canlı temsilde yaşananlara artık şaşırmıyor(sun)uz. Kavgaya koşullanmış gençlerimiz, genç olmasına gençtiler ama miras aldıkları bu gözü kara öfkelerinin geçmişi hayli eskiydi. Ne yazık ki; gençlik, kötü bir mirasın talihsiz mirasyedileri durumundalar. Çok yazıkkkk!” (s. 49).Metin Aydın’ın gerek ilk kitabındaki yazıları olsun (“Biblo Hayat”, deneme, 2010, Babil Yayınları) gerekse de “Bisturi”de işlemiş olduğu konulara bakıldığında, hepsinde kendine özgü bozucu, paldır küldür, öngörülemez ve öfkeli bir dil yapısına sahip olduğu görülür. Yazarın yaptığı şeyin belki de kendine özgü biçimde “edebiyatsız edebiyat yapmanın” biçimi olduğunu söyleyebiliriz. “Niçin yazılır?” diye sorar Deleuze ve ekler “çünkü konu olan yazı değildir.” (Metin) Aydın’ın amacı da aslında soru sormaktır; dahası soruların sorulmasına yol açmak, bir şeye neşter atmaktır. Marifet “yazar olmak” değil; devamlı “yazar-oluş” çizgisinde yol almaktır ve işte bu yüzden kendisi için “yazar yazmaz” demesi de bundandır. Dolayısıyla burada asıl olan; devamlı yazı yazma arzusudur. Yazının amacı; yazarın kendisini tanıtması ya da dayatması değildir, ya da bir şeylere nokta koymak değil, bilakis başka yazılara yazı olmaktır. Dolayısıyla yazı deneyimi bir kaçış deneyimidir. Karşılıklı bir kaçış olayıdır bu. Hem yazı, yazarı baştan çıkarır, hem de yazar, sözcüklerle yazıyı baştan çıkarır. Böylece yazı ve yazar birbirlerini baştan çıkarıp kaçırırlar. Örneğin evde kedisinden, patisinden, söz edenler olur ve bazen de hayvanları sırf gösterişçi tüketimlerinin bir parçası olarak sergileyenler de. Çoğu kişi için hayvanlar evdeki cansız oyuncakların yerini almıştır. Oysaki Bisturi’nin yazarı; esas olarak kedilerden bahseder, ama sahiden kedilerden bahseder. Onları anlatır. Ve onlarla hayatı, doğayı duyumsamaya çalışır. Öyleyse şimdi Metin Aydın’ın “Kediler ve İnsanlar” başlıklı yazısındaki şu betimlemelere bakalım: “Havalar ısındı. Doğa o soğuk yüzünü hafiften sıcağa döndü. Güneş, yumuşacık dokunuşlarıyla aşka getiriyor bütün can(lı)ları. Aşk halinin en tavan yaptığı canlardan biri de, malumunuz üzere, ayranı kabarmış halde miyavlaması yeri göğü inleten kediler. Bu demlerde, cümle kediler, birer nergis çiçeği olup çıkarlar karşımıza… İnsanoğlunun dünya yüzündeki korkunç hükümranlığı yüzünden doğru dürüst sığınacak bir yurtları (mekânı) kalmayan, insana dost, sokulgan mahlûkatlar da olmasalar… Aşkın, elinin uzak kaldığı, aslında bozamadığı tenha yerlerde, inadına içgüdüsel bir uyumla süre giden bir toplu aşk şölen havasında çiftleşe duran kedicikler sayesinde, doğanın harikulade ahengine ne de güzel/anlamlı renk kattıklarını göremeyecektik… ….İnsanların birinci derecede sebep olduğu, kirlete kirlete kimyasını dumura uğrattığı yaşlı dünyamızın salt insanlardan ibaret olmadığını artık bilince çıkarıp, mümkünse, zücaciye dükkânına giren bir fil gibi ortalığı kırıp dökmemeyi idrak etmek artık temel felsefemiz olsun.” (s. 99). Doğaya ve hayvana ilişkin duyarlılığını bu denli içtenlikli ve yumuşak biçimde betimleyen bir yazar daha var mı bilmiyorum? Burada ekolojik bir duyarlılıktan öte hayata karşı minöriter bir tavır ve duruştan söz etmek mümkün ve öyle ki Deleuze’cü perspektiften baktığımızda; yazarın kendisinin dışına çıkıp hayatı bir hayvanın penceresinden algılama, onu yaşama, deneyimleme girişiminin sonucu olan bir eylem söz konusudur, diyebiliriz. Hayvanla birlikte oluş içerisinde olma… Yazık ki hayat, insanoğlunun türlü korkunç marifetleriyle, tuzaklarıyla dolu. Bu anlamda “insan” yeryüzünün en korkunç varlığı! Düşünülebilecek en korkunç tuzaklar hep insan tasarımıdır. Bisturi – Huzursuz Metinler’de; özellikle “Lanetli Tuzak” yazısında geçen hikaye tüyler ürperticidir: “Kutup bölgesinde yaşayan ayıları avlamaya çıkmış avcıların, derileri zarar görmesin diye (sırf bu yüzden!) karın içine konulan keskin bir baltanın üzeri karla kapatılıp, üstüne de taze kan dökülerek (aç perişan dolanan zavallı mahlûkatların bu baş döndüren taze kan davetine icabet etmeyip, dilleriyle tadına bakmayacak ayıların ayılığından şüphe edilir!), bu çok iyi tasarlanmış, sadece hinoğluhinlerin düşünebileceği bir alçak tuzaktır hülasa!.. Aç aç dolanan zavallı ayılar, gördükleri taze kanı dilleriyle yalamaya başlayınca da onlar daha farkına varmadan dillerini karın içinde saklı duran keskin baltayla keserler… Ve, ve… Artık kana kana içtikleri kendi sıcak kanlarıdır. Dillerindeki kesikten dökülen kanlarını içmekle sarhoş ayıların, külçe gibi yere yığılmasıyla sonlanır lanetli tuzak.” (s. 15).

SONUÇ YERİNE

Öyle bir coğrafyada yaşayacaksınız ki hem sosyo-kültürel şartların ne olduğunu bileceksiniz, ama aynı zamanda kitlesel olanın ötesinde, majör dil ve erk alanlarının dışında bir yerlerde yaşamaya ve orada tutunmaya çalışacaksınız. Bunun en azından pratikteki yansıması edebiyat üzerinden gerçekleştirilen “kaçış çizgileri”dir. İşte bu yüzdendir ki yazar Metin Aydın, “Özgür Kız” ile “linç toplumunun” dışına çıkmak isterken, öte yandan “eli öpülesi” dediği Sadî ile bir an için rahat nefes almak, oturduğu yerde kımıldamak, çizgi çizip kaçmak, kanatlanıp göçebeleşmek ve kedilerle birlikte köksapsal (rizomatik)bir hareket ve oluş içerisinde doğaya karışmak, kendisini aşmak ister. Hepsinde minöriter bir tavır, tutum ve yaşam söz konusudur. Kitapta betimlemeler bazen diriliğinden ve içerikçe amacından sapıyor gibi görünse de ve kullanılan sözcükler bazen fazlaca tekrarlanmış havasını verse de, yine de bu, yazarın (hep alışıldık biçimiyle karşımıza çıkan) bilinçli biçimde kullandığı “bozucu” stilinden kaynaklanmaktadır. Bir bakıma kitabı ne türden bir ölçüt dahilinde değerlendirdiğinize göre değişir bu. Ama kitabın okuyucuya etki eden başarılı bir çalışmanın ürünü olduğu görmezden gelinemez. Fikirler her ne kadar yazarın kendine özgülüğü açısından değerlendirilse de, yine de bu değerlendirmenin yapılabilmesinin koşulu bir metodolojiyi gerektirir. Dolayısıyla sizin ne düşündüğünüzün yanında nasıl düşündüğünüz de önemlidir. Ve nasıl düşündüğünüz de söylemek istediğiniz şeyin içeriğine etki eder. Şu halde her yazarın fikirlerinin daima bir arka planı vardır. YazarMetin Aydın’ın üzerinde genel olarak Frankfurt Okulu’nun “eleştirel” felsefesi ile Nietzsche okumalarının etkilerinin olduğu gayet açık. Bunun ne kadarının yazar üzerinde etkili olup olmadığı tartışması ayrı bir konu olmakla beraber, yazarın yazılarına yön veren şeyin tümüyle “karamsar” bir hava olduğunu söylemek güçtür yine de. “Yanlış hayat doğru yaşanmaz” olsa dahi; yine de kendimize özgü doğru yaşamanın araçlarını geliştirmek gerektir değil mi?Nihayetinde Metin Aydın’ın yaşadığı coğrafyada hüküm süren tüm olumsuzluklara ve karamsar tabloya rağmen; şiddet ortamına ve kitlelerin zılgıtına prim vermeksizin, kendine özgü minör/nüktedan bir dil ve edebiyat tarzı üzerinden, sesini duyurmayı başarabilmiştir. Ve bana kalırsa “Bisturi – Huzursuz Metinler” adlı bu kitap; minör edebiyatın tipik bir tarzı olarak, “insan” denen yeryüzü hastalığına bisturi atmayı başaran bir kitap.

(BİSTURİ – Huzursuz Metinler, Kaos Çocuk Parkı Yayınları, s. 115)

Hamit ÖLÇER (Sosyolog)

BİR CEVAP BIRAK

Görüntü açıklaması

Güvenli alışveriş noktası

Hızlı ve güvenli ödeme