Görüntü açıklaması

Ücretsiz Sevkiyat

Hızlı ve Ücretsiz Gönderin

Görüntü açıklaması

Çevrimiçi destek

Nihai ve 7/24 Destek

Görüntü açıklaması

3d Güvenli ödeme

Güvenli Çevrimiçi Ödeme

Hepsi Zamansızda

Mağazaya git

Annie Ernaux ve Yazmak (2022 Nobel Ödüllü)

Gani Türk
9 Eylül 2023
Image Description

“Çevredeki hiçbir şey yaşlanacak kadar uzun ömürlü değildi artık.”

“Mutasyona uğruyorduk, yeni biçimimizi tanımıyorduk.”

“Bilinç, gezegenin tamamını içine alarak diğer galaksilere doğru genleşiyordu.”

“Yine bir şefe biat ve itaat etme arzusu vardı.

“Bize öğretmek istiyor ama bizim onlara bir şey öğretmemize izin vermiyorlardı.”

“Ne hafıza tazeleme vardı ne de öyküleme vardı, öylesine anıyorduk… Sohbetin harareti içinde, kimsenin öyküler için yeterince sabrı yoktu.”

(A.Ernaux’un kitaplarından)

Fransız yazar Annie Ernaux 2022 yılında Nobel Edebiyat Ödülünü alınca çoğu okur gibi benim de dikkatimi çekti ve onu okuma ihtiyacı duydum, daha doğrusu bu yazarın yazdıklarında farklı ve güncel olan ne olabilir merakıyla yazarı okumaya başladım. Deneme yazmayı çok sevdiğimden olsa gerek ki otobiyografik bir tavırla birbirini besleyen deneme/hikâye tarzında yazılan, Yalın Tutku” kitabından başladım ve daha kitabın ilk sayfasında aslında neyi aradığımı da bilmediğim bir ipucuyla karşılaştım. Yazar veya anlatıcı hayatında ilk defa bir porno filmi izliyor ve şu cümleyi kuruyor –eskiden neredeyse ölecek duruma gelmeden bakılamayan şey, şimdi tokalaşmak kadar kolay görülüyor- Yazarın bahsettiği durum film bile olsa karşı cinsler arasındaki sex muhabbetinin herkesin gözünün önünde ve en açık haliyle yapılmasının olağan hale gelmesi durumudur. Yani cinsellikle ilgili olarak yüzyılların, bin yılların gizemi, yasağı veya günahı artık çırılçıplaktır ve penis ile vajina herkesin gözü önünde birbirlerine girip çıkarak sevişiyorlardır. Çok eskiden olsa, değil penis ile vajinayı görmek, bir insanın spermini veya çıplak bedenini bile ancak öldükten sonra papaz veya imam görebiliyordu, o da dini görevlerini yerine getirmek için. Tabii beni asıl ilgilendiren cümlesi bu paragraftan sonraki cümlesiydi –yazmak- ile ilgili cümlesini şöyle inşa etmişti Annie Ernaux, “Bence yazmak da buna yönelmeliydi, cinsel birleşme sahnesinin yarattığı bu etkiye, bu bunaltıya ve bu şaşkınlığa, ahlak yargılarının askıya alınmasına. –can yayınları, s:11-” tabi burada “ahlak yargılarının askıya alınması” cümlesini sıkıntılı bulduğumu ifade etmek isterim, fakat kanımca yazar burada, güçlü ve farklı yazmanın kişisel bir kalıp kırma, başkaldırma gibi bireysel tercih ve girişimlere dikkat çekmek istemiştir, çünkü yazarın yazma cesareti ister cinsel, ister ideolojik, ister dini veya fantastik vs. olsun yazarın geleceğidir. Yazarın bu yorumlarından şunu anlamak isterim, “Yazar, yazarken edebi tabuları takmamalıdır, bilinç akışı anlatım tekniğinde olduğu gibi içinden geleni/geçeni olduğu gibi yazmalıdır!..”

Evet, yazar düşündükleriyle, yazdıklarıyla doğrudan yüzleşmeli. Hayali, talebi ve yazmak ile ilgili fantezileri, çıkışları vs. ne varsa yaşamalı ve yaşatabilmelidir. Tabii yazmak ile ilgili durum bir porno filminden farklıdır, bir çeşit hermafroditizm yaşanıyordur, yani ortada ayrı iki insanda bulunan bir penis, vajina veya sıvı yoktur; penis, vajina ve sıvının aynı insanda bulunduğu bir durum vardır. Yazar, yazarken ya penistir ya da vajinadır; yazar penis ise yazarın ‘ben’i vajinadır, ortaya çıkacak olan kadın ve erkek sıvıları da can bulmuş cümlelerdir. Bu cümleler iki farklı bedenin ürünü veya eylemi değildir; aynı beden bileşenlerinin farklı iki düşünce hali ve eylemidir, yani bir porno filmin tezahürü veya benzeri değildir, sadece ‘sıradanlaşma’ gibi bir sonuç doğmuştur, o da kısmi olarak.

Anlatıcı tutkuyla bağlanmak ve yaşamak istediği bir adamı hayal edip görüşme planları yaparken şöyle bir cümle kuruyor –ben yokken telefon eder de kaçırırım korkusuyla, evden mümkün olduğunca az çıkıyordum. Elektrik süpürgesini ya da saç kurutma makinesini, telefon sesini duymamı engelleyebilir diye çalıştırmaktan kaçınıyordum. Bu telefon sesi beni sık sık, cihazı elime alıp alo deyinceye kadar süren bir umutla bitkin düşüyordum. Arayanın o olmadığını anlayınca o kadar derin bir hayal kırıklığı yaşıyordum ki telefondaki kişiden nefret ediyordum. A.’ nın sesini duyar duymaz, o belirsiz, o acılı, o kuşkusuz kıskanç bekleyişim çabucak sona eriyor, önce çıldırıp sonra bir anda yeniden normale döndüğüm hissine kapılıyordum. Aslında bu sesin önemsizliği ve kendi hayatımdaki orantısız önemi beni şaşırtıyordu.” Annie Ernaux’ un anlatımı, yalın ve tutkuludur, kendisi bile şaşırmıştır, basit sayılabilecek bir sorunun bu kadar büyütülmesini… Daha önce temas ettiği gibi saplantılı! Annie, yazmanın da böyle bir şey olması gerektiğini yazmamış mıydı? Yazar burada kendisiyle kavgalıdır, hatta bu sevişme/görüşme belki de daha hala hermafroditik bir aşamadadır.

Yazarın yazma eylemine nasıl baktığına dair bir diğer ipucunu kitabın on beşinci sayfasındaki dipnotta yakalıyoruz, “Yazmakta olduğum şeyi tamamlamayı başarabilirsem, evimin yanması bana vız gelir.” Bu cümleyi açmaya gerek yok, neyi neden ve nasıl yazdığını bilen gözü kara bir yazar hedefine de varır, amacına da… Tabii, kendini duyurabilecek şansı ve ortamı da yakalayabilirse.

Yazar, sevgilisi ile buluşmalarını, öncesini ve sonrasını en ince detaylarına kadar yazmış, sevişmeleri sonrası A.’ nın külodunu giyme şekil ve aşamasına kadar.  A.’ nın varlığında, yokluğunda mutluluğundan, saplantılarına kadar duygu, durum hikâyelerini detaylandırmış.  

Yazmak ile ilgili üçüncü ipucuna 17. Sayfada rastlıyoruz, “Çoğu zaman bu tutkuyu bir kitap yazıyormuş gibi yaşadığım izlenimine kapılıyordum; her sahnede aynı başarı ihtiyacı, her ayrıntıda aynı kaygı ve bu tutkunun peşinden sonuna kadar gittikten sonra, ‘sonuna’ sözcüğüne belirli bir anlam yüklemeksizin, ölmeyi umursamayacağım düşüncesi, çünkü yazmayı bitirdikten birkaç ay sonra ölebilirdim.”  Bu anlatıda yazar hem kendini modern edebiyatın kurallı işleyişi ile bağlıyor hem de “ ‘sonuna,’ sözcüğüne belirli bir anlam yüklemeksizin” diyerek yazacağı veya yazdığı kitabın sonunu serbest bırakmak istediği imasında bulunuyor. Emekçi bir ortamdan gelen yazarın içindeki düşsel veya düşünsel fırtınaları dış dünya ve dış dünyanın canlı veya cansız öğeleriyle harmanlaması ve bunda başarılı olması Nobel Edebiyat Komisyonunun da gözünden kaçmamıştır. Yazar için somut verilerin karşılığı zaman ve özgürlüktür.  

Var olan toplumsal ya da töresel kaidelere göre bilincinden geçeni yaşamak isteyen, yaşamak istediğini bilincine taşımaya çalışan yasak bir aşkın veya cinsel isteğin röntgenini, zamanı pek de parçalamadan anlatan yazarda yazmak ile ilgili dördüncü ipucuna 30. Sayfada rastlıyoruz, “Bunları yazmaktan doğal olarak hiçbir utanç duymuyorum çünkü yazıldıkları an, bunları görenin sadece ben olduğum an ile başkaları tarafından okunacakları an arasında geçecek süreyi düşündüm ki bu ikincisi sanıyorum hiçbir zaman gerçekleşmeyecek. O zamana kadar bir kaza geçirebilir, ölebilirim, bir savaş çıkabilir ya da bir devrim olabilir. İşte bu gecikmeyi hesaba katarak şimdi yazabiliyorum, aşağı yukarı on altı yaşımda bütün bir gün boyunca yakıcı güneşe maruz kaldığım, yirmi yaşımda doğum kontrol hapı kullanmadan seviştiğim gibi: Sonrasını düşünmeden.”   Tabii bu yazımızda yazarın özel hayatı değil de yazım tarzı ve cesareti bizi ilgilendiriyor; yazar yayımlanmayacak veya yayımlansa bile kendisinin görmeyebileceği bir yazım ve içerik cesaretinden veya rahatlığından bahsediyor, yazarın bu açıklaması beni ikna etmedi, çünkü bu kitap yazar daha hayatta iken kendi onayı ile yayımlandı. Ben, bir yazar adayı için yazarın, “Özgürce yazın, ama dikkatli davranın.” demek isteyebileceğini düşündüm, ama galiba Annie ya duygusal olarak ya da yazım tavrı olarak kendisini suyun akışına bırakmış, belki de o yüzden edebiyatında kendini aşmayı başarmıştır.

İlerleyen sayfalarda zaman ve geçmiş, M.Proust’un, “Kayıp Zamanın İzinde” ki romanı gibi anısal sızı ve zihinsel hesaplaşmalara, yargılamalara dönüşüyor.

Kitabın kırk ikinci sayfasında yazmak ile ilgili dördüncü ipucu ile karşılaşıyoruz, “Ancak yazmaya başladığımda amacım, bir film seçiminden bir ruj seçimine kadar, her şeyin aynı yönde ilerlediği o zamanda kalmaktı. İlk satırlardan başlayarak iradem dışında kullandığım şimdiki zamanın hikâyesi, bitmesini istemediğim bir sürenin, ‘o zamanda hayat daha güzeldi’ cümlesinin, sonsuz bir yinelemenin zamanıydı.”  Beşinci ipucu, “Yaşamdan beklediğimin aksine, yazıdan hiçbir şey beklemediğimi bilerek. Yazının içine ne koyarsanız sadece onu alırsınız. Devam etmek, yazılanları okumaları için başkalarına sunma korkusunu da savuşturmak demektir. Yazma gereksinimi duyduğum sürece bu olasılığı umursamıyordum. Artık bu gereksinimin sonuna geldiğim için, yazılmış sayfalara şaşkınlıkla ve tutkumu yaşarken ya da onu anlatırken –tersine- hiçbir zaman hissetmediğim bir utançla bakıyorum. Bunlar, yayımlanma olasılığı karşısında birbirine yaklaşan yargılar ve ‘normal’ değerler… Şu ya da bu nedenle kendini aklama zorunluluğu, görünüşü kurtaran roman biçimi dışındaki her tür kitabın gün ışığına çıkmasını engellemesi mümkün. ”

Annie’ nin kendini ve kendisi ile ilgili birini yazarken ki yazım tavrına kırk sekizinci sayfada karşılaşıyoruz, “Bir önceki cümlede durabilir, dünyada ve hayatımda olup biten hiçbir şeyin artık bu metne müdahale edemeyeceğini varsayabilirim. Onu zamanın dışında tutmak için, kısacası okunmaya hazır. Fakat bu sayfalar hala kişisel, bugünkü gibi elimin altında olduklarına göre, yazı hala açık. Bir sıfatın yerini değiştirmektense, gerçekliğin ne getirdiğini eklemek bana daha önemli görünüyor.” 

“Seneler” romanının giriş bölümü didaktik, çağrışımsal deneme tarzı paragraflarla başlıyor. Bu paragraflar ve sonraki anlatım tarzı ‘detay edebiyat’ adına hoş ve güçlü duruyor. Dünya savaşlarının insanda ve doğada yarattığı tahribatları hafızamızı da zorlayarak akıcı bir dille anlatmış. İkinci Dünya Savaşının Almanyasını anlatırken Tolstoy anlatımı tadında akıtıyor. Annie’nin sosyal, siyasal, coğrafik, kültürel duyarlılığı ve bilinci had safhadadır, “Savaş sonrasının bayram günlerinde, sofra başının sonu gelmez yavaşladığında, hiçlikten çıkar ve şekle bürünürdü çoktan başlamış zaman; anne babaların bize cevap vermeyi unutup ara ara buğulu bakışlarla gözlerini diktikleri zaman, bizlerin olmadığı ve hiçbir zaman olmayacak olduğumuz zaman, önceki zaman. Misafirlerin birbirine karışan sesleri, dinleye dinleye neredeyse bizim de tanık olduğumuza inandığımız ortak hadiselerin büyük anlatısını örerdi. 42 yılının dondurucu kışını anlata anlata bitiremezlerdi; açlık, şalgam, iaşe ve tütün karneleri, bombardımanlar, savaşın habercisi kuzey ışığı yollarda bozgun manzaraları, at arabaları, bisikletler, yağmalanan dükkânlar…’ Seneler, S:22”

“… Vaktiyle yaşanan zevkleri ve zahmetleri, alışkanlıkları ve maharetleri sayıp döküyorlardı: Toprak zeminli evlerde oturmak, çarık giymek, çaputtan yapılmış bebeklerle oynamak, odun külüyle çamaşır yıkamak, bağırsak kurduna karşı, çocukların gömleğine göbek hizasına, içinde sarımsak olan tülbentten kesecik iğnelemek… S:28”

Annie, bir dönemin hayatının (sosyal, siyasal, kültürel, eğitim, cinsellik, görsel, medyatik vs.) her alanına kılcal damarlarına kadar inip otobiyografik dokunmalar, gazete küpürleri, sinema filmleri, üzerinden neşterliyor ve deneysel metinlerle hayatı/hafızayı kanatıp kusturuyor, toplumsal ve tarihsel bir belleği deneysel metinler şeklinde gözler önüne seriyor, “Varoluşumuzun ufku ilerlemeydi. İlerleme refah anlamına geliyordu, çocukların sağlık ve afiyette, evlerin ışıl ışıl, sokakların aydınlık olması demekti. Savaşın ve köy hayatının tüm karanlık unsurlarına sırt çevirmek demekti. İlerleme plastikte ve formikadaydı; antibiyotiklerde ve sosyal sigorta ödeneklerinde, mutfak musluğundan akan suda ve kanalizasyondaydı; tatil kamplarında, yükseköğrenimde ve atomdaydı. Zekânın ve açık görüşlülüğün kanıtı olarak, zamana ayak uyduracaksın diye tekrarlıyordu herkes birbiriyle yarışırcasına. S:41”

Annie, ‘Seneler’ kitabının 77. Sayfasında günün koşullarındaki eğitim sisteminin nasıl da iktidarların güdümünde olduklarının da resmini çizmiş, belki de tıpkı hala bugün de olduğu gibi, “Amfilerde kravatlı hocalar yazarların eserlerini ve hayat hikâyelerini anlatıyor, hayatta olan şahıslardan bahsederken ‘Mösyö’ Andre Malraux, ‘Madam’ Yourcenar diyerek onlara saygılarını belirtiyor, fakat her nedense, sadece hayatta olmayan yazarları okutuyorlardı. Kötü not alma ve iğneleme korkusuyla derslerde Freud’un adını anmaya cesaret edemiyor, bütün tehlikeyi göze alıp güçbela George Paulet’nin Temps Humain’ine, Bachelard’a şöyle bir değiniyorduk. Sunumların başında ‘bütün etiketleri reddetmek’ gerektiğini söyleyip Flaubert’in Duygusal Eğitim’inin ‘ilk modern roman’ olduğunu öne sürerek ne kadar bağımsız bir zihne sahip olduğumuzu ilan ettiğimize inanıyorduk. Yakın arkadaşlar birbirine, başına ithaf cümleleri yazdıkları kitaplar hediye ediyordu. Kafka, Dostoyevski, Virginia Woolf, Laurence Durrell zamanıydı. Butor, Robbe_Grillet, Sollers, Sarraut’la birlikte ‘yeni roman’ı keşfetmiştik, sevmek de istiyorduk ama hayatımızı kurtaracak eli orada bulamıyorduk”

Evet, kitap okuma aşkı genel itibariyle can çekişiyor, çağın efendilerinin/soytarılarının insanları ve duyguları sömürme hırsları yüzünden içi boşaltılmış, anlamsızlaştırılmış, metalaştırılmış duygudurumlar da ya ateş pahası ya da ihtiyaç dışı artık, insanlar kendi dertlerinin mağduru ve esiri…

Annie Ernaux’un düşünsel, toplumsal ve edebi potansiyelini görüp anlayabilmek için ‘Seneler’ romanını incelemek yeterlidir belki de. Annie, ne yazdığını, ne yapmaya çalıştığını, neler hissettiğini hücrelerine kadar bilen ve hesap eden bir yazar. Konu ve kurgu alanını o kadar geniş tutmuş ki roman edebiyatının adeta kalıplarını sarsıp romanı edebi denizlere sürüyor. Annie, durmadan yer ve yön değiştiriyor, 80-90 ların Fransa’sından çıkıp birleşen Almanya’ya, dağılan Rusya’ya, Saddam Hüseyin’ in Kuveyt’i işgaline vs. uzanıyor. Cinselliğin ve kadın mücadelesinin nasıl da yanlış düğmelerle iliklenebildiğini lafını hiç sakınmadan güçlü çözümlemelerle cesurca dile getiriyor; tabii bu arada yazarın her dediğine veya savunduklarına harfi harfine katılmak zorunda değiliz!

Annie, gündelik yaşamı sade ve detaylı anlatır, beraberinde ülkesi Fransada ve dünyada olup bitenleri denemesel, deneysel ve özellikle birbirini rahatsız etmeyen paragraf geçişleri ile kayda geçirir. Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin hafızası, besin kaynağı ve geleceği olan kırsal yaşamın nasıl da ihmal edilip yok olma ile baş başa bırakıldığını, şehirlerin nasıl da yığınlaştırılıp, boğdurulup beton yığınları arasında nefes alamaz hale getirildiğini dile getiriyor. Tabii ki bu durumda toplumun hem yaşam tarzında hem de coğrafyasında geri dönülmez tahribatlar meydana gelir. Her kurum ve her yer özelleştirilip halkın elinden ve geleceğinden alınmıştır. Bir emekçi ailenin çocuğu olan Annie, bu durumu sağ siyasetin bakış açısına bağlıyor, beraberinde sol siyaset de beceriksiz ve kör olunca bu tür sonuçlar kaçınılmazdır tabii ki.

Toplum her şekilde kandırılıp aptallaştırılmıştır veya algısal numaralarla uyuşturulmuştur, tepki veremez hale getirilmiştir. Annie, savaşların ve işsizliğin vurduğu çocuklardan, metropol hayatının pişkinliğinden, ileride yapay zekanın atası olarak kalacak bilgisayar teknolojisinin hayatı nasıl etkilediğine ve etkileyeceğine kadar detaylandırıp konu yelpazesini geniş tutuyor. Muhtemelen yazar bu yüzden, “Yazdığım otobiyografik romanlar türlerinden daha fazlasıdır.” demiştir. 

Yapay zekâ demişken bir cümle ile son aşamasından bahsetmek istiyorum; yapay zekâ sanatsal açıdan şimdilik histen, duygudan, düşünceden kendine göre benzer yeni his ve anlamlar üretebiliyor, fakat henüz örnekleme ve kendi hafızasında biriktirdiği bilgiden faydalanmadan sanatsal açıdan estetik veya duygusal yaratım yapamıyor, kanımca bu aşamaya gelmesi hiç te uzak değil, çünkü yapay zekâ sanatsal epistemiyolojik aşamayı aşmış durumda. M. Proust’un “Geçmiş Zamanın İzinde” romanının ve yazarının toplumcu yüzüdür Annie Ernaux, aynı zamanda bireyselci yüzü… Proust, zamanın gerisine doğru edebi kulaçlar atmışken, Annie zamanın gerisinden geliyor çoğu zaman… Asi, hırçın, zeki ve hızlı olarak geliyor. Öyle bir hız ki bazen yasak bir ilişki sonucu oluşan bir gebeliğin kaçak bir küretaj girişimi anlatısı ile başlayan “Boş Dolaplar” romanının bazı paragraflarında insan, ‘bu kadar detay ve atlama şart mıydı’ diye kendine sormuyor değil.

Annie Ernaux’ un tarzı ve tavrı ile ilgili son olarak kendisini dinleyelim, “Kitabının biçimi demek ki ancak hafızasındaki görüntülere bata çıka ortaya çıkacak, böylesi bir dönemin, bir senenin kendine has alametlerini olabildiğince kesine yakın bir şekilde ayrıntılarıyla gözden geçirebilecek yavaş yavaş onları diğerlerine bağlayacak, havada yüzen konuşmalar yığınının içinden çekip çıkardığı sözleri, insanların sohbetlerini, olaylar ve nesneler hakkındaki yorumları, ne olduğumuz ve ne olmamız, ne düşünmemiz, neye inanmamız, neden korkmamız, neyi ümit etmemiz gerektiğine dair sonu gelmez ifadeleri taşıyan o kesintisiz uğultuyu yeniden zihninde duymaya gayret edecek. Bu dünyanın ona ve çağdaşlarına nakşettiği her ne varsa ondan yararlanarak, mümkün olduğunca önceden bugüne kayan ortak bir zamanı yeniden kuracak; bireysel bir hafızanın içinde kollektif hafızanın hafızasına yeniden kavuşarak Tarih’in yaşanmış boyutunu teslim edecek.

Genellikle beklendiği gibi, bir hayatı hikayeleştirmeyi, kendini açıklama anlatısı yaratmayı amaçlayan bir anımsama çalışması olmayacak bu. Kendi içine sadece dünyayı, dünyanın geçmiş günlerinin muhayyilesini ve hafızasını görmek, fikirlerin, inançların ve hassasiyetlerin değişimini, öznenin ve kişilerin dönüşümünü kavramak için bakacak. Onun bütün tanıdıkları, şimdi küçük bir kız çocuğu olan torununun ve 2070 yılında hayatta olacak herkesin tanıyacak olduklarının yanında belki de bir hiçtir. Yapmak istediği, zaten mevcut olan, henüz adı konmamış hislerin, mesela onu yazmaya zorlayan hissin benzerlerinin izini sürmek…”

Annie, kitaplarında konu veya konular itibariyle yerelden(kendinde, ailesinden, çevresinden) yola çıkıyor. “Babamın Yeri” romanında emekçi bir babanın toplumdaki karşılığı ile kendindeki karşılığı olan duygu ve düşüncelerini yazmış. “Olay” kitabında yine toplum tarafından meşru görülmeyen evlilik dışı gelişen ve istenmeyen bir gebeliğin serüveni anlatılmış.

Annie veya yazar, eğitim hayatında oldukça başarılıdır, zekidir, şımarıktır, özgür ruhludur. Sonradan kendisine zarar ve stres verecek kadar ileri gitmiştir. 

“Boş Dolaplar” romanında annesi ve babası dâhil cahil ve sabit bir yaşamla küçümseyip hor gördüğü emekçi sınıfın yaşam ve kültür şekliyle zengin, kültürlü, sosyete bir yaşam tarzını karşılaştırırken hor gördüğü yaşam şeklinin derinine inmemiş, neden ve sonuçlarla çok da ilgilenmemiştir, “Aynı zamanda annemle babamın hayat hakkındaki bütün laflarının miadını doldurmuş saçmalıklardan, küçük esnaf ahlakından ibaret olduğunu fark ediyorum, s:137” tabii sonra, yazar, “Onları da küçük düşürmek istemiyorum.” diyerek cılız bir düzeltme veya hak iade etme itirafında da bulunuyor. Annie, gerçekten kendi cenahının üzerine acımasızca gidiyor, sonrasında da eleştirdiği cahil kalmış dünyadan sıyrılırken yine eleştirdiği burjuva sınıfından bir erkekten hamile kalıp terk ediliyor. Tabii ki bu durum ve sonuçlar, kültürel ve bilişsel olarak cahil kalmış veya bıraktırılmış kitleleri, halkları haklı çıkarmaz. Kendisi veya kendileri dışındaki dünyalara kendisi için baktığı gibi baktığı sürece  uygar dünya dediğimiz dünyanın insana ve doğaya bakış kültürü daha olgundur ve insanidir.

Annie’nin kitaplarında yer yer iç monolog benzeri bilinçakışı anlatımı da mevcut. Annie, yazdıklarında bireysel veya yerel hesaplaşmalar yanında toplumsal ve evrensel yara ve sorunsallıkları da işliyor. Yazdıkları kendi döneminin güncelleridir, o yüzden devamlı ileri-geri gidip geliyor. Karakterleri insana sıcak ve yakın geliyor, çünkü bilinç akışı anlatımlarında olduğu gibi sıradandırlar ve günlük hayatın içinde yaşıyorlar ve o yüzden hareketlidirler. Annie’nin kişileri Proust’un kişileri gibi durgun ve daha çok içe dönük değiller, ama Joyce’nin kişileri gibi de kavramları felsefi veya düşünsel anlamda iliklerine kadar kurcalamıyorlar. Annie’ kişileri elbiselerinin modasından, düğmelerinden yüz hatlarının inceliklerine kadar tariflidirler, yerellik dışında temalar oldukça çeşitli ve benzemezdirler. Annie’nin anlatımı anı an ile yok ederken veya beslerken akıcılığından, sıcaklığından bir şey kaybetmiyor.

Proust’un bireysel zihin uğultularını kollektif içsel uğultularla ustaca buluşturan Annie Ernaux 2022 Nobel edebiyat ödülüne de layık görülmüştür.

Önceki makale Beş On Beş Vapurunda Ağlayan Kadın
Sonraki makale Zamansızlığım

Gani Türk

Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunudur. 2001 yılında yayınlanmaya başlanan ve yayını iki yıl süren Ütopya Kültür Sanat Edebiyat Dergisi’nin kurucusudur. Daha önce Söylem, Damar, Ütopya, Roman Kahramanları gibi edebiyat dergilerinde şiir, deneme ve yazıları yayınlandı. Yayınlanmış “Cennetin Havarileri, Zamansız ve Hazan Kıyısında Aşk” isimli üç romanı mevcut.

BİR CEVAP BIRAK

Görüntü açıklaması

Güvenli alışveriş noktası

Hızlı ve güvenli ödeme